Beste Nâsır (bestenasir@gmail.com)
Günlük hayatta sıklıkla kullandığımız sözcüklerden biri iyilik. Ne olduğu, nasıl gerçekleşebileceği, hangi durum(lar)da ne türden iyilik(ler)le karşılaştığımızsa, hayatın hızla akışıyla da birlikte pek de üzerinde durup düşünemediğimiz kısımlar belki de. 2021’in Şubat ayında ikinci baskısı da yayında olan “İyiliği Düşünmek” isimli kitap, günlük hayatta hatta bazen rastgele kullandığımız işte bu iyilik hakkında (öncelikle) düşünme yolculuğuna çıkmak isteyen hepimize yol gösteriyor.
Benim de hayatta çok önemli bulduğum ve hayatımı yaşarken sürekli beni meşgul eden bir kavram iyilik. Hani en basit haliyle birbirimiz için söylediğimiz ve gerçekten de en içten, en güzel ve pek çoğumuzun da olmasını en çok istediği dilek sayılabilecek “Hayat seni hep iyi insanlarla karşılaştırsın.” sözünde de önemini hissettiğimiz, sanki bize hayatın ancak iyi insan(lar)la karşılaşıldığında ve yaşandığında anlamlı, değerli ve yaşanabilir olduğunu fısıldayan bu sözde bu iyi insan ve dolayısıyla iyilik hayatımızın neresinde ve sahiden her birimiz hayatlarımızı yaşarken iyi insan ve iyilik bu kadar önemli mi?
“İyiliği Düşünmek”te yaptıkları iş, içinde oldukları uzmanlık alanları ve/veya aldıkları eğitim çerçevesinden bakarak farklı bakış açılarıyla iyiliğe odaklanan yazılar var. Bu yazıların her biri bizi (okuru) farklı açılardan iyilik hakkında (öncelikle) düşündürse de İoanna Kuçuradi’nin yazısı iyiliğin aslında bir türden eylemeye (yapmaya) karşılık geldiğini ortaya koyarak, kitaptaki başka bir yazıda da örneğini çok açıkça görebileceğimiz haliyle, her birimizin hayatlarımızı yaşarken belki de aslında insanca yaşayabilmek için, insana yakışır bir hayat sürdürebilmek için ömür boyu, sürekli bir biçimde iyiliğe muhtaç olduğumuzu gözler önüne seriyor. Nasıl mı?
İyiliğe felsefeyle (felsefi-etik bilgiyle ve/veya etik-değer bilgisiyle) ve insan hakları bakımından yaklaştığı yazısının sonunda İoanna Kuçuradi, iyilikten ne anladığını şu cümleyle dile getiriyor: “Kendisi istemiş olsa ya da olmasa da, başkasının nesnel bir ihtiyacını, başta insan haklarıyla ilgili ihtiyaçları olmak üzere karşılamayı.” Bu cümle iyiliğin hem eylemle hem bilgiyle hem de insan haklarıyla bağını kuruyor.
İnsan hakları, tek tek insanlar olarak her birimizin, sadece insan olduğumuz için, canlılar arasında diğer canlı türleri arasında değil de insan adını verdiğimiz canlı türü arasında yer aldığımız için, sürekli sahip olmamız gereken haklardır. İnsan hakları dediğimiz hakların her biri neyi talep ediyorsa o talepler sürekli her birimiz için karşılanmadığında insanca yaşayabileceğimiz bir hayat sürdürebilme olanağımız da olamaz. İşte bunun için İoanna Kuçuradi’nin anladığı bakımdan bu tür bir iyiliğe muhtaç olduğumuzu söyleyebiliriz.
İyiliğin gerçek anlamıyla ne olduğunu düşünüp bulduktan sonra onu eylem haline dönüştürebilmemiz gerektiği artık açıktır, ama bunu yapabilecek olan da insandır. Peki o zaman iyi insan dediğimiz bu insan nasıl bir insandır? İyi insan eylemlerini hayata geçirirken nasıl bir yol izlemelidir? Hangi öncelikleri, özellikleri göz önünde bulundurmalıdır? İyi insanın iyi insan olması tek başına yeterli midir?
İnsanı amaç olarak görme
Yine İoanna Kuçuradi’nin kitaptaki yazısının bu kez de başına dönersek İoanna Kuçuradi’nin yazısına etik bakımdan değerli eylemin özelliklerini anlatmak için kullandığı bir söze yaptığı bir eklemeyle başladığını görürüz. Bu söz günlük hayatta hepimizin kullandığı ya da duyduğu bir sözdür: “İyilik yap denize at. Balık görmezse Halik görür.” Peki İoanna Kuçuradi söze “Halik de görmesin” diye ekleyerek bize neyi anlatmak ister? Burada kendisinin hepimize anlatmak istediğini düşündüğüm kısımlardan biri, öncelikle insanın amaç olarak görülmesidir ve insan araç değil de amaç olarak görülebildiğinde bir eylem değerli olabilir. İnsanın amaç olarak görülmesi de, en yalın haliyle, gerçekleştirdiğimiz bir eylemin kime yönelikse onun için başlayıp onda bitmesi demektir. Diğer bir deyişle, bizim bu eylemi gerçekleştirmeye başlayıp bu eylemi bitirirken eylemin yönelik olduğu kişiyi gözetmekten başka hiçbir şey beklemememizdir.
O halde, bir insanın sırf iyi bir insan denilebilecek çerçevenin içinde yer alması yani kendisinde kötü diyebileceğimiz herhangi bir özellik bulundurmaması ya da onda böyle bir özellik bulunmaması onun iyi bir insan olduğu anlamına gelmez, çünkü iyi bir insan olmak demek, iyiliği yapabilmek demektir.
“İyiliği Düşünmek”te başka pek çok yazıda da iyiliğin en gerçekçi halinin bizim bazı türlerdeki yapmalarımızda (eylemlerimizde) ortaya çıktığına vurgu yapıldığını görüyoruz elbette.
Burada her bir yazıda iyiliğin ne türdeki eylemlerimizde ortaya çıktığını ele alabilme olanağımız olmasa da benim en çok ilgimi çeken iyilik tanımlarından biri de, Kemal Sayar’ın “İyiliğin Bilimi” yazısında karşıma çıktı. Bu yazıda Kemal Sayar, iyiliğin eylem halinde sevgi olduğunu dile getiriyor ve her bir insanın kendini merkeze koymayı bırakıp olabildiği kadar çok başka insanların acılarını, zorlayıcı yaşam deneyimlerini azaltabilmek, hafifletebilmek için çaba harcaması gerektiğinden söz ediyor. Bu da, olabildiği en geniş haliyle, empatiye, toleransa, sağlam ve derin ilişki kurabilme kapasitesine, bağlılık geliştirebilmeye, çok defalar da ben demeden önce sen diyebilmeye karşılık geliyor. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi için de öncelikle tam bir olgunlaşma hali, üst düzeyde sorumluluk hissedebilme bilinci ve fedakar davranabilme pratiği gerekiyor. İşte ancak bütün bunların tamamlandığı sürecin sonunda iyilik oraya çıkıyor. Peki, şimdi, buraya kadar söz etmeye çalıştığımız bu iyiliği kim ya da kimler gerçekleştirebilir, herkes gerçekleştirebilir mi? Yani herkes iyi insan mıdır ya da herkes iyi insan olabilir mi? Dahası, daha da derinden sormak istersek, kim ya da kimler değerli eylemde bulunabilir(ler), herkes değerli eylemde bulunabilir mi?
Yazının buraya kadarki halinden de anlayabileceğimiz gibi, herkesin iyiliği gerçekleştiremeyeceği açık aslında, çünkü, en nihayetinde, değerli eylemde bulunabilecek bir insanın hem böyle değerli eylemleri gerçekleştirmeye uygun bir yapısının (mayasının, doğasının) olması gerekiyor öncelikle, yani, daha en baştan, böyle bir yatkınlıkla dünyaya gelmiş olması gerekiyor o kişinin, hem de, sonrasında böyle değerli eylemleri hayata geçirebilmek için yaşam boyu belirli bir çaba içinde olmayı içtenlikle isteyip buna uygun bir yaşam sürdürebilmesi gerekiyor. Böyle yaşarken bir yandan da, etik bilgiye, insan hakları bilgisine, insanın değeri ve değerleri konusunda bir eğitime, belirli bir düzeyde, sahip olması gerekiyor tabii. Böyle güzel, iyi, yaşanabilir ve anlamlı bir dünyanın ne kadarını görebilir ve gösterebiliriz acaba her birimiz?..