Köle Kaliban efendisi Prospero’yu lanetliyordu:
“Güneşin bataklıktan, pislikten, düzlükten çektiği
Ne kadar mikrop varsa Prospero’nun tepesine yağsın;
Karış karış hastalık bulaştırsın herife.”
Daha sonra Sarhoş Stefano Kaliban’ı görür:
“Bence üşütmüş. Dilimizi nasıl öğrenmiş acaba?…”
“Nöbet geçiriyor; onun için bilgelik örneği sayılmaz. Şu şişeden bir tattıralım bakalım. Daha önce hiç şarap içmediyse, nöbetine iyi gelir.”
Eserlerinin sekizinde ve ölümünden beş yıl önce kaleme aldığı son oyunu Fırtına’nın II. perdesinde Shakespeare’in kaleminden sıtma ateşinin farklı betimlemelerine rastlamak mümkün.
Gerçi iklim bilimcilerin Orta Çağ Sıcak Dönemi adını verdikleri dönemde sıtma ateşi İtalyan şair Dante Aighieri’nin (1265-1321) İlahi Komedya’sında, İngiliz edebiyatının ilk büyük şairi Geoffrey Chaucer’in (1342-1400) dizelerinde yer almıştı. XVI. yüzyıla dek süren bu dönemde Rusya’dan İspanya’ya dek Avrupa edebiyatında nöbetler halindeki sıtma ateşine yaygın olarak rastlanmaktaydı.
Ancak William Shakespeare (1564-1616) tam da şiddetli soğukların başladığı yıllarda dünyaya gelmiş, tüm yaşamı Küçük Buz Çağı adını verdiği dönemde geçmişti.
Sıcaklıkların hızla düşüşü sıtmanın Kuzey Avrupa’da XX. yüzyılın ortalarına dek varlığını sürdürmesine engel olamamıştı. Dünya Sağlık Örgütü Hollanda’da hastalığın kökünün kurutulduğunu açıkladığında sene 1970’ti.
Dünyanın iklimi sürekli değişim halinde.
Geçen 250-300 yılda hava sıcaklıklarının istikrarlı biçimde arttığını gördük. XXI. yüzyılın ilk yıllarında ısı Orta Çağ Sıcak Dönemi adı verilen dönemde, XII. yüzyıl sonlarındaki düzeyine ulaşmış bulunuyor.
Bu dönemin bitimini izleyen, XIX. yüzyıla dek süren Küçük Buz Çağı yakın tarihin en önemli iklim değişimi olarak görüldü.
Yeryüzü her biri nesiller boyu süren bu iklim değişimlerine son on bin yılda defalarca maruz kaldı. Öte yandan insanların aktivitelerinin iklime etkisi belirginleşiyor. 1940’lardan 1970’lerin sonlarına dek görülen küresel soğumada endüstri kirleticilerinin buna katkıda bulunduğuna dair uyarılar mevcutken, bu dönemi takip eden ısınmadan fosil yakıtları ve sera gazları sorumlu tutuldu.
İklim ve hava durumuna dair ilk güvenilir bilgiler XVI. yüzyıla ait. Yüzyılın ilk yarısında sıcaklıklar önceki 150 yılla kıyaslandığında yüksekti. Ne var ki insanların ocak ayında Ren nehrinde yüzebildikleri bu sıcak dönem uzun sürmemişti. 1560’lı yıllarda hızla düşen ısı Avrupa’da yaşamı güçleştirdi. Küçük Buz Çağı başlamıştı.
Grönland, İzlanda, İskandinavya ve Alplerde hızla buzullar oluştu. Arktik buz kütlesi güneye doğru öylesine genişledi ki Eskimolar kayıklarıyla İskoçya’ya ulaşabilir duruma geldiler. Yazlar, baharlar günümüzde olmadığı kadar soğuk, nemli geçiyor, kar örtüsü yılın büyük bölümünde kalıyordu.
Etiyopya ve Moritanya’nın dağlarında bile kar vardı. Artık Çin’de portakal yetişmez olmuştu. Kuzey Amerika’nın büyük gölleri yazın ortalarına kadar buz tutuyordu. İnsanların başı büyük sellerle, toplu ölümlerle, kıtlıkla dertteydi.
Bataklıklarda bakteri tabakasıyla tuzlu balçığın birleşmesiyle salınan kükürt kokusu hastalığa İtalyancada “kötü hava” (mal aria) anlamında “malaria” isminin verilmesinin nedeniydi. Göletler, su kanalları özellikle yaz aylarında riskli görülürken insanlar, nehir ağızlarına yakın yörelerde yaşamaya isteksizdiler. Bu tip bölgeler sıtma yaygınlığı bakımından günümüzün tropikal bölgelerini andırmaktaydılar.
Aşırı derece düşmüş hava sıcaklıkları karınları, dalakları şişmiş, yüzleri soluk, hastalıklı çocukların yaygınlığını azaltmamıştı. Tüm dünyada görülen sıtma hastalığı nehirlerden, göllerden daha küçük akarsulara, su birikintilerine doğru gidildikçe, dolayısıyla anofel sivrisineklerinin beslenme olanakları arttıkça yaygınlaşıyordu.
Willian Harvey (1578 1657), Thomas Sydenham (1624 1689) gibi modern tıbbın öncü isimlerinin hastalıkla ilgili yazılı betimlemeleri olduğu gibi bizzat Harvey’in, İngiliz siyaset adamı Oliver Cromwell’in (1599 1658) sıtmaya yakalanmaları, Avrupa’da kar örtüsünün bazı seneler yüz günden uzun süre kalkmadığı (bir önceki yüzyılda bu süre on günün altındaydı), söz konusu Küçük Buz Çağı dönemine rastlamıştı.
Sıtma hastalığının tedavisi için geçtiğimiz yüzyılın ortalarına dek bilinen tek seçenek Amazon yağmur ormanlarının doğal bir ağacı olan kınakınanın kabuğundan elde edilen kinin idi. Enfeksiyon hastalıklarında bugüne dek kullanılan tüm ilaçlardan daha fazla kişiyi iyileştirmiş olan kininin sıtma tedavisindeki etkinliği ilk kez Londra’ya yakın bir tuzla yöresi olan Essex’teki hastalar üzerinde gösterilmişti.
Avrupalı misyonerlerin Peru’da öğütülerek sıtmaya yakalananlara verildiğini gördükleri ve Avrupa’ya getirdikleri kınakına ağaçlarının kabukları İngiltere’de ilke kez 1660 yılında Robert Brady tarafından reçete edildi. Hızla popüler hale gelen kınakına kabuğu tozu Robert Tablor tarafından etkin ve güvenilir dozda bir “gizli formül” ile piyasaya sunuldu.
Bu gizli formül tozun beyaz şarapla karışımından başka bir şey değildi.
Aslında tahsilli bir adam olmayan Robert Brady’nin tedavisinin başarısı ona büyük ün kazandırdı. Kral II. Charles’ı iyileştiren Brady 1678’te şövalye unvanıyla onurlandırıldıktan sonra Fransa’ya giderek XIV. Louis’in oğlunu tedavi etti. İspanya kraliçesinin yanı sıra kraliyet çevreleri ve aristokrasiden pek çok kişi onun reçetesiyle şifa buldu.
Sıtma tedavisinin Sör Robert Brady’nin ününe ün katarak Avrupa kıtasında yaygınlaştığı yıllarda hava sıcaklıkları son on bin yılın muhtemelen en düşük düzeyindeydi. XX. yüzyılla kıyaslandığında yaz mevsimi ortalama beş hafta daha kısa sürüyor, Hollanda kıyılarında 30-40 km genişliğinde buz kuşağı oluşuyor, İngiltere’de yer yer zeminin bir metreden daha kalın buz tabakalarıyla örtülü olduğu görülüyordu. Tüm bunlar tarihin antik çağlardan bu yana en öldürücü hastalıklarından birisi olan, imparatorlukların kaderini etkileyen sıtma hastalığının yarattığı tehdidi ortadan kaldırmaya yetmemişti.
Sıcaklıkların XVI. yüzyılın başlarındaki düzeyine inmesi için VXIII. yüzyılı beklemek gerekecekti. Hastalık Avrupa’da yer yer gerilese de XIX. yüzyılın ilk yarısında Hollanda’da ortalama yaşam süresini kısaltan bir numaralı ölüm sebebi olma özelliğini koruyordu. Hava sıcaklıkları belirgin olarak artmasına karşın XX. yüzyıla yaklaşıldığında hastalığın yaygınlığı azaldı.
Birinci Dünya Savaşını izleyen birkaç yıl hariç tutulduğunda geçtiğimiz yüzyılda sıtma İngiltere, İskandinavya, Fransa, Almanya, Belçika ve Kuzey İtalya’da nadir rastlanan bir hastalık haline geldi. Finlandiya, Polonya, Rusya, Karadeniz’e kıyı ülkeler, Akdeniz’in doğusu, hatta ABD’nin pek çok eyaletinde ise halen nispeten yaygındı.
İngiltere’de 1950’lerde, Hollanda’da 1961’de bildirilen son vakalardan sonra Dünya Sağlık Örgütü 1975 yılında sıtmanın Avrupa’da tümüyle kökünün kurutulduğunu bildirdi. 1977’de tüm dünyanın %83’ü hastalığın tehdit olmaktan çıktığı bölgelerde yaşamaktaydı. Sahra Çölü’nün güneyindeki Afrika ülkeleri hariç, hastalıkla mücadele büyük bir başarıyla sonuçlanmıştı.
Ne var ki bu ivme gezegenimizin ve türümüzün sıtma hastalığından tam olarak kurtarılmış olduğunu öne sürmemize yeterli olmadı. Orta ve Güney Amerika, Asya, daha önce Sovyetler Birliği çatısı altında olan bazı ülkeler ve bazı Akdeniz ülkelerinde sıtma hastalığın yeniden yaygınlaştığı görülüyor.
Nüfus artışı, zirai aktiviteler, ekolojide değişimler, göçler, kentleşme, halk sağlığı hizmetlerinin yetersizliği, ilaç ve zehirlere karşı gelişen direnç, savaşlar, doğal afetler bu yeniden dirilişten sorumlu faktörler olarak sıralanabilir.
Bu gelişmenin uluslararası seyahat olanaklarının arttığı bir döneme denk gelmesi Kuzey Amerika ve Avrupa’dan da her yıl vakalar bildirilmesiyle sonuçlanmış bulunuyor. Bulgaristan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Moldova, İtalya, Romanya ve Korsika’dan bildirilen vakaların sayısındaki artış Avrupa kıtasının yeniden sıtma tehdidi altında kalabileceğini düşündürüyor.
Sorun iklim değildi; bugün de değil.
Sorunu çözen aklı ve hayatta kalma azmiyle insanlığın ta kendisiydi, yaşatan da o oldu
KAYNAKLAR
• W.Shakespeare: Fırtına. II.Perde, II.sahne. Remzi Kitabevi: Çeviri: B. Bozkurt. ISBN 975-14-0442-8
• Reiter P: From Shakespeare to Defoe: malaria in England in the Little Ice Age. Emerg Infect Dis 2000;;6:1-11