Öncelikle iki hususa değineceğim. İlki; “Türklerin denizci olmadığı“ ifadesine ilişkindir, bunun Türkleri aşağılayıcı bir ifade olduğunu ve tarihi bilmemekten kaynaklandığını belirtmek isterim.
Diğeri ise Mavi Vatan’ın haritasını nasıl çizdiğime ilişkindir. Bu genişlemeci, yayılmacı, maksimalist, emperyalist ve neo-Osmanlıcı bir yaklaşım mıdır? Bununla bir alakası var mıdır? Hamaset değil, genel jeopolitik, jeostratejik bakımdan değil, teknik ve hukuki bakımdan ortaya koyacağım. Esas olan ve ihtiyacımız olan da budur. Yani biz, denizlerin önemini biliyoruz. Denizlerin önemini kavrıyoruz. Çünkü dünya kavrıyor. Devlet de bunun farkındadır. Ama bunu hukuki ve teknik temellere oturtmak gerekiyor. Önemli olan da budur.
Hukuki ve teknik temellere nasıl oturtuyoruz? İşte bunları ilk defa bu anahtar konuşmayla bir bilimsel tebliğ olarak da sunmuş olacağım. Efendim, Türkler denizci değilmiş (!). Türklerin tarihini 1071 ile başlatırsanız ya da Türkleri İslamiyet ile başlatırsanız, onda bile Türklerin denizci olmadığını söylemek çok büyük bir yanlış olur. Çünkü bugün, “biz keşiflerde bulunmadık, biz dünyada okyanuslara açılıp da başka bir yerlere gitmedik“ sözü aslında bize uygun bir söz değildir. Onlar okyanuslara neden açıldılar? Sebebi Türklerdir. Türklerin denizciliğidir. Eğer biz Baharat ve İpek Yolu’nu kapatırsak, Akdeniz’i Türk gölüne çevirirsek, o zaman burada ticaret yapamazlar, elbette başka yollar bulmak zorunda kalırlar. Sebebi budur.
Preveze Zaferi gibi büyük zaferlerimiz var. Dünyanın en eski yaşayan gemisi de bizde; “Kadırga“… Amerikalılar donanmalarını bizim yüzümüzden kurmuşlardır. Neden? Cezayir Beylerbeyi Gazi Hasan Paşa denizcidir, Akdeniz’i 1795’te kapatıyor, onun için dışarıya çıkmak zorundalar. Akdeniz’de ve Atlantik’te güvenlik üretiyorum. Sen burada ticaret yapmak istiyorsan korsanlara karşı ben seni korurum. Korsanlık 1841’e kadar devletlerin resmî gelir kapısıdır. 1841’de yasaklanıyor. Nasıl olacak? Bana diyor ücretini vereceksin, ücretini verirsen Amerikan gemileri gelir, Akdeniz’de ve Kuzey Atlantik’te rahatlıkla dolaşır. Öyle bir anlaşma yapıyor. Bu, Amerika Birleşik Devletleri tarihindeki başka dilde (Osmanlıca olarak) yapılan ilk anlaşmadır. 5 Eylül 1795, Trablus Anlaşması!
Şimdi gelelim günümüze. Mavi Vatan haritasını çizmek amiralliğimden, deniz subaylığımdan kaynaklanan bir şey değil, buna gönül verdim. 17-18 sene çalıştım, okudum, araştırdım, bu teknikleri öğrendim. Her deniz subayı bu tekniği bilemez, mümkün değil. Deniz hukukunu, temel deniz hukuku kavramlarını ancak bilebilirler. Bu çok özel bir alandır. Onun için Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi’ni kurdum ve gençler yetiştiriyorum. Bunları öğrensinler, bunları bilsinler diye her gün onlarla uğraşıyorum. Sebebi budur yoksa uluslararası ilişkiler hocasıyım neticesinde; ben de jeopolitika jeostrateji anlatmayı, hamaset yapmayı bilirim, ama bu işi hukuki ve teknik olarak nasıl savunacağız o önemlidir. Bu harita cetvelle çizilmiş bir harita değildir. Kimileri televizyona gazetelere çıkıyor, eline kurşun kalem ile cetvel alıyor; Adalar Denizi’nin ortasına kadar çiziyor, oradan da çeviriyor. Ya sen nasıl çiziyorsun, nasıl çeviriyorsun? Her bir noktası için aylarca çalışman lazım bunun. Türkiye bir deniz ülkesidir. Türkiye aslında bir yarımada ülkesi değildir, iki yarımada ülkesidir. Birisi Anadolu yarımadası, öbürü Trakya yarımadası. En denizcimiz dahi bir yarımada ülkesi der, hâlbuki Türkiye iki yarımada ülkesidir. Konuya biraz farklı bakmak lazımdır.
Şimdi, nedir bu Mavi Vatan? Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları çerçevesinde deniz hukuku prensiplerine uygun şekilde ilan edilmiş ya da ilan edilmesi öngörülen deniz yetki alanlarıdır. Karadeniz’de 1986’da Sovyetler Birliği zamanında cephe ülkesiyken, NATO’nun kanat ülkesiyken, birinci münhasır ekonomik bölge ilan ettik. Önce ilan ettik sonra dokuz sene boyunca da peyderpey anlaşmalarla teyit ettik. Bu arada Sovyetler Birliği yıkılınca Karadeniz’de başka kıyıdaşlar çıktı, onlarla tekrar anlaşma yaptık. O zaman balıkçılara münhasır ekonomik bölge ilan edilsin mi diye sorulmuş mu araştırdım, öyle bir bilgiye rastlayamadım (rastlayan olur da bize iletirlerse memnun oluruz).
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Marmara Denizi bir iç denizdir. Yani bütün kıyıları bir devlet tarafından çevrili bir adadan iki üç ya da beş boğazla açık denizlere bağlanan ya da bağlanmayan denizlere iç deniz denir. Ulusal boğazlarda bir açık denizi veya bir münhasır ekonomik bölgeyi bir iç suya bağlayan, iç denize bağlayan nüanslara “ulusal boğaz“ denir. Ulusal boğazlarda da iç su rejimi uygulanır. Yani kara gibi, devlet tamamen egemendir. Bizim Çanakkale ve İstanbul boğazları açık denizi bir iç suya bağladıkları için. Eğer açık denizi veya münhasır ekonomik bölgeyi bir başka münhasır ekonomik bölgeye ya da uluslararası suya bağlamış olsaydı o zaman uluslararası boğaz olurdu. Uluslararası boğaz olunca da denizlerin serbest kullanımı ilkesi çerçevesinde transit geçişe tabi boğaz olurdu. Ama biz burada iki ulusal boğaz ve bir iç denize müteşekkir bu bölgede Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin bize verdiği iç süreci uygulamıyoruz, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni uyguluyoruz. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni uygulayarak biz bölge ve dünyanın barış, istikrar ve güvenliğine katkı sunuyoruz. Çok önemli bir şey. Birtakım haklarımızdan feragat ediyoruz.
Buradan sakın şu anlaşılmasın, Montrö Sözleşmesi bizim aleyhimize mi, hayır. Montrö Sözleşmesi bizim lehimize, kimse de kesinlikle kurcalamasın. Neden? Düşünün şimdi, Montrö Sözleşmesi olmasaydı, biz de burayı olduğu gibi alsaydık, böyle deseydik. Amerika gelecekti kapımıza, “benim uçak gemim geldi, senin NATO müttefikinim ve kolektif savunma hazırlıkları bağlamında bu uçak gemim de buradan geçsin“ diyecekti. Karşı koyabilecek miydik? Zor. Rusya, “benim bir tek sıcak denizim burası, donmayan deniz burası, burada tersane kuruyorum, buradan donanmayı yapıp nükleer denizaltıdan uçak gemisine yapıp buradan salıp gideceğim, senin güçlü bir komşunum“ derdi ve bizim başımız büyük bir sıkıntıya girerdi. Biz şimdi herkese “durun, Montrö Sözleşmesi var“ diyoruz. Onun için karıştırmamak lazım.
Saygılar sunarım.
(Tümamiral [E] Cihat Yaycı, Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi [Türk DEGS] Başkanı | Anahtar Konuşma, 3. Denizcilik ve Deniz Güvenliği Forumu, 04 Kasım 2021, tasam.org )
Konuşmanın tamamını okumak için tıklayın