Beş duyumuzla algıladığımız her şey zihinde maddi olanı kavrayabilmek için toplanır, buradan süzülüp akıl kabına dökülür. Oradan süzdüklerimiz de ego ve hafıza olarak bölünür.
Bizi maddeyi kavrayış biçimine, belli bir şekilde düşünmeye ve davranmaya yönelten olgular, anne karnında hikâyelemeye başlayan sahip olduğumuz bilincin dışa vurumudur.
Örneğin; “dünya güzeli” diye betimlenerek büyütülen bir çocuğun maddi olana yansıtacağı tüm yargısı, yanılgısı ve beklentileri buna göre şekillenir ve o büyüdükçe onunla büyür. Zihnin yapılanması nasıl başlıyorsa, anlık hâllerin sürekliliği huyun yani bir kişilik özelliği haline geliyor.
Kadim Vedik metinler, maddi dünyanın temel probleminin “ben” ve “benim” bilinci olduğunu söyler. Bu benlik durumu, maddi dünya ve onunla ilişkili olan her durumu içine alır.
“Ben” ve “Benim” düşüncesi kişinin yalnızca kendi bedenine odaklı bencil bir düşüncedir. İnsanlar genel olarak bu kavramlar ve bunların bilincimiz üzerindeki etkileri üzerine düşünmezler. Benim evim, benim arabam, benim bedenim, benim eşim… Bu gerçek olmayan benlik duygusu oldukça geniş bir kapsama sahiptir.
Bu durum ancak kişinin, maddi enerjilerin ötesinde olanları kavramaya başlamasıyla, “ben” ve “benim” yanılgılarından arınması ile değişir. Böylece kişi, saf bilinç ile gören olur.
Diğer bir anlatımla konuya değinecek olursak; Hindu varoluş kavramında, evreni oluşturan iki nihai gerçeklik olduğu varsayılır. İlki madde “Prakrti” , ikincisi ruh (Purusha).
“Prakrti”, algılanabilen maddi gerçeklik, değişebilen ve neden-sonuç ilişkisine dâhil olan her şeyi kapsar.
“Purusha” ise algılanamayan, maddi olmayan, değişmeyen, sonsuz, yok edilemez evrensel ilkedir. Yani her türlü maddeye yaşam veren, soluk üfleyen, tüm bilincin kaynağıdır.
“Prakrti” görülen şeydir. “Purusha” ise görendir.
“Purusha”nın zihin ile ilişkisi ise; zihin algının bir vasıtasıdır ve “Purusha” algılayandır. Zihnin değişebilme kabiliyeti vardır ancak “Purusha”nın yoktur. Zihnin algısı ne kadar pürüzsüz ve berrak ise “Purusha” yani varoluşumuzda ki görenin gözlem yapabilme kabiliyeti en yüksek çözünürlükte olacaktır.
İşte insan olarak asıl varoluş hikâyemiz tam olarak burada başlıyor. Yoga işte burada süreç ve müdahale ile devreye giriyor ki sürekli değişebilen, dönüşebilen “Praktriti”mizi asla değişmeyen, zaten gören ve bilen “Purusha”ya yönlendiriyor.
Bu dünyada insanın nihai amacı, zihnindekilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan duygularının etkisi altında kalarak değil, zihni aşarak, sonsuzun tezahürü olması neticesinde içinde var olan bilinçle eylemlerde bulunmasıdır.
Sürekli “değiş, dönüş” diyen tarafımız ile “sen olduğun gibisin ne eksik ne fazla” diyen tarafımız çelişmek zorunda değil. Amaç bu iki tarafı buluşturup, anlık hallerimizi fark eder hale gelebilmektir.
Enerjimiz boş yere harcanamayacak kadar değerli iken bize hizmet etmeyen huyları değiştirebilme becerisine sahip zihnimizin farkına varabilir miyiz?
Ölen tarafımızı bilip ölümsüz olan tarafımız ile temas edebildiğimiz zaman yaşam her türlü zorluğa rağmen bir kutlamaya dönüşebilir.
Namaste…