Kahvaltı masasında oturmuş, müdavimi olduğu TV kanalında sabah haberlerini izliyordu emekli…
Öncelikli haberlerden biri de emeklilerin maaşları üzerine idi. “10 bin lira emekli maaşı yeter mi ? Açlık sınırı 14.431, yoksulluk sınırı 40 bin lira”, “Geçim derdi ne zaman bitecek”, “Emekliye, çalışana yapılan zam cebe girmeden eriyor”, Vergi yükünde artış sürüyor, enflasyonun faturası neden vatandaşa kesiliyor?”, “Emeklinin mutfağından, sofrasından çalındı…”, “En düşük emekli maaşı 17 bin TL olmalı “gibi altyazılar TV ekranında akıp gidiyordu.
İktidar, memurların maaşlarına gücünün yettiğince zam yapmış, en zayıf halka emeklilere ise kefen parası olacak miktarda bir zam yapmıştı. Ancak ne memurlar memnundu ne de emekliler. Seslerini çıkarıyor, zamların miktarına tepki gösteriyor, daha yüksek oranda zam istiyorlardı. Haklılardı da. Bu hayat pahalında dayanacak güçleri kalmamıştı. Orhan Veli’nin dediği gibi, cep delik, cepken delikti. Kevgire dönmüşlerdi. İktidarın da işi zordu. Devletin finans kaynakları tükenme noktasına gelmişti. Kemerleri sıkmak zorunlu hale gelmişti..
Emekli gözleri ekranda, “diyet” kahvaltı tabağından atıştırırken yıllar öncesine döndü. Yarım asrı geçmişti neredeyse. Fakülteden mezun olup, sınavları başarı ile geçip devlet memuru olduğu zamanları anımsadı. Ne mutluydu. Ne heyecanlıydı. Ne coşkuluydu. Aldığı maaşın düşüklüğü bile umurunda değildi. Çok arzu ettiği, hayallerini kurduğu kapıdan içeri girmişti ya. Gerisi önemli değildi. Yıllar boyu işine odaklandı. Çalıştı, çabaladı. Oradan oraya tayin olduğunda da sesini çıkarmadı. Var gücüyle çalıştı. O ara evlenmiş, çoluk çocuğa kavuşmuştu. Ancak onun için önce işi gelirdi. Eşi nasıl olsa çocuklarıyla, onların eğitimiyle vs. ilgilenirdi. Kendisi işinde başarılı olmalı, daha yukarılara, daha yükseklere çıkmalıydı. Öyle de oldu. Memuriyette daha yükseklere tırmandı. Başkan oldu. Müdür oldu. En tepelerde koltuk sahibi oldu. İtibar sahibi oldu. Saygı duyulan, önemsenen biri oldu.
Yıllar boyu düşünmediği bir şey vardı. Günün birinde emekli olacağı. Yıllar farkına varmadan akıp gitmiş, o gün gelmişti. Zaten çoktandır kızaktaydı. Yaşı ilerledikçe, derecesi yükseldikçe kendisine uygun bir koltuk da bulmak zor oluyordu. Kurumun emeklilik şubesinde emekliliğine ilişkin yazı eline tutuşturulduğunda ilk darbeyi yedi. Yıllarca beraber çalıştığı genç arkadaşları, veda ederken, onun ne kadar değerli, yeri doldurulmaz biri olduğunu söylemişlerdi. Ancak bu sözlerin hiçbirini duymamıştı. Dalgın, düşünceli kurumun kapısından çıkmış, nereye gideceğini bilmez halde, duraktaki sarı taksiye binmişti. Artık emekliydi.
Eve döndüğünde, sağlık sorunlarıyla boğuşan eşi, çocukları karşılamıştı. Çocuklar “baba, artık annemle bol bol gezersiniz, emekliliğin tadını çıkarırsınız” demişlerdi. Ancak hayaller gerçeklerin gerisinde kaldı. Sağlık sorunları peşlerini bırakmıyordu. Yaşam boyu akıllarına getirmedikleri, düşünmedikleri rahatsızlıklar karşılarına çıkıyordu. En çok zoruna giden de hastanelerde sıra beklemekti. 65 yaş üstüne öncelik tanınır deniyordu, ama pek uyulmuyordu. Başka yerlerde de sıraya girmek durumundaydı. Artık “sıradan vatandaş” olmuştu. Eski itibar, saygı gerilerde kalmıştı. Sıradan vatandaşların çektikleri sıkıntıları, zorlukları daha yakından hisseder olmuştu. O sıkıntılara, zorluklara daha çok katlanır olmuştu.
Önde gelen sıkıntılarından biri de oturduğu evin kirasıydı. 40 yıl çalışmış, bir ev sahibi olamamıştı. Memurken dua ederdi “aybaşı çabuk gelsin, maaş alayım” diye. Şimdilerde ise aybaşı yaklaştıkça tansiyonu yükseliyordu. “Kirayı nasıl ödeyeceğim” diye düşünmekten geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Kirayı çocukların yardımıyla ödemesine ödüyordu da, zoruna gidiyordu, çocuklarından destek almak. Üstüne üstlük ev sahibi kiraya zam istemişti. Kabul etmişti makul oranda bir zam artışını. Ancak ev sahibi kabul etmemiş %100 oranında bir artış talep etmişti. Emekli de bu artışı kabul etmemişti. Arabulucunun çabaları da bir sonuç vermemiş, ev sahibi mahkemeye başvurmuştu. Evin tahliyesi davası açmıştı bu kez. “Çıkın ben taşınacağım diyordu”, düne kadar yüzde yüzlük zam isteyen ev sahibi. Emekli kime kızacağını bilemiyordu, kendi gibi emekli olan enflasyonu fırsata çevirmeye çalışan ev sahibine mi, yoksa ülke ekonomisini krize sürükleyen, ev sahipleriyle kiracıları birbirine düşüren iktidara mı?
Toplumun önemli bir kesiminde iktidara tepkiler giderek büyüyordu. İnsanlar tepkilerini sosyal medyada dile getiriyorlar, iktidarın çekip gitmesi için dualar ediyorlardı. Ancak iktidar hiç de gidici gibi görünmüyordu. İktidardan nemalananlar ile Erdoğan uğruna ömrünü feda edebileceğini söyleyen milyonların iktidara desteği sürüyordu. Bu durumu gördükçe “Az eğitimli, düşük gelirli, at gözlüklü inançlı insanlar, her dönemde,, her yerde güçlü efendileri için çalıştılar, çabaladılar. Efendilerine biat ettiler” yolunda sosyal medyada okuduğu bir paylaşım aklına geliyordu emeklinin.
Emekli derin düşüncelerden sıyrılıp, ilaçlarını içip televizyonu tekrar izlemeye koyulduğunda programa katılan çok sevdiği gazetecinin şu yorumu dikkatini çekti:
“Yerel seçimlerde emeklilerin ne yönde oy verecekleri, tercihlerini ne yönde kullanacakları önemli. Ya muhalif adaylara oy vererek iktidara sarı kart gösterecekler, uyarıda bulunacaklar ya da iktidarın gösterdiği adaylara oy vererek, düzenden memnun oldukları mesajını verecekler.”
Ne diyorsunuz emekliler?
Karar verme, tercih yapma zamanı yaklaşıyor… “Hem kahvehanelerde, parklarda ağlarım, sızlarım hem de gider Erdoğan’a oy veririm” mi diyorsunuz ? Yoksa “Şunlara bir sarı kart göstereyim akıllarını başlarına alsınlar, israfı bırakıp biraz da bizlere kulak versinler mı” diyorsunuz…