Bir kuşatma nasıl bir ulusal kahramanlık öyküsüne dönüştürülebilir?
“Hadi canım sen de, tarih biliminde böyle şeyler olmaz” demeyin, bilimsel tarihte değil ama kurgusal tarihte evet, oluyor. İşte size bunlardan bir tanesinin hikayesini anlatacağım. Hikaye dediğime bakmayın tarihsel kayıtlardan aktaracağım tümünü.
Osmanlı’nın Eğri dediği bir yer var Budapeşte’nin 130 kilometre kadar doğusunda. Macarlar oraya Eger diyormuş. O zamanlar Habsburgların da Erlau dedikleri bir kentten söz ediyoruz. Osmanlılar bu kenti 1552 yılında kuşattı. Ancak bu kuşatma doğrudan Eğri’ye yönelik bir harekât değildi. Kuşatma başarısızlıkla sonuçlandı. Macarlar bu başarısızlığa mağlubiyet diyor ki doğrudur ancak mağlubiyette kaybedilen bir yöre vardır, burada öyle bir şey söz konusu değil. Kent zaten Macarlara ait, eğer Osmanlı kuşatması başarılı olmuş olsaydı Macarlar mağlup olmuş olacaktı ama Osmanlı’nınkine mağlubiyet demek biraz zorlama oluyor.
Biraz sonra göreceksiniz bu kuşatma öyle önemli bir kuşatma da değildi. O dönemde büyük bir harekâtta yol üzerindeki kaleler de kuşatılır ve ileriye yönelik “çevre temizliği” yapılırdı. Bu da öyle bir kuşatma işte. Küçümsemek için söylemiyorum tabii, her kuşatma başarıya ulaşırsa zaferdir, başarısız olunursa da bir mağlubiyettir.
Henk Boom Türk ve Osmanlı tarihine özel bir ilgi duyan Hollandalı bir gazetecidir. “Büyük Türk, Muhteşem Süleyman’ın İzinden 1494-1566” başlıklı yapıtı 2010 yılında Hollanda’da özgün dilinde basıldı, 2012 yılında ise Kitap Yayınları tarafından Türkçe basımı yapıldı. Boom kitabın giriş bölümünde “Benim bu çalışmam da klasik bir tarih kitabının içeriğinden daha çok tanıklığa dayalı hikayelerden oluşuyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun bazı karakteristik özelliklerine vurgu yaptığım bu kitapla aynı zamanda bu zengin geçmişi daha iyi değerlendirmeleri konusunda Türkiye’nin yetkili mercilerinin dikkatlerini çekmek istiyorum” sözleriyle nasıl bir yapıt ortaya koyduğunun ip uçlarını veriyor.
Kitabın Türkçe baskısının arka kapağında yazarın ağzından verilen satırlardan bir kısmını buraya alıyorum:
“…16. yüzyılda yaşananlarla ilgili fikir sahibi olabilmek amacıyla İstanbul, Amasya, Konya, Budapeşte, Eğri, Peç, Mohaç, Zigetvar, Viyana, Simmering, Rodos, Tolon, Saraybosna, Mostar ve Vişegrad’a gittim. Oralarda profesörler, tarihçiler ve uzmanlarla görüştüm. Bu görüşmeler sonunda bazı önemli konularda çelişkili fikirler ortaya çıktı. Sultan Süleyman’ın asıl hedefi Macaristan’ın işgal edilmesi miydi? Yoksa amacı sabık kraliyeti, Habsburg ve Osmanlı İmparatorluğu arasında tampon devlet haline mi getirmekti? Viyana imparatorluğa katılması amacıyla mı kuşatılmıştı? Yoksa iktidar mücadelesinin irticalen oluşmuş bir göstergesi miydi?”
Boom’un kitabının 11.bölümünden yararlanarak Eğri kuşatmasının Macaristan’da yüzyıllar sonra hayalperest bir yazar tarafından kaleme alınan kurgusal bir romanda nasıl gerçek tarihmiş gibi yansıtıldığı ve Macarların da bunu heyecanla benimseyip kendi tarihlerinin övünülecek bir olayı haline getirdiklerini anlatmaya çalışacağım. Boom Türkiye’de sevilen ve saygı duyulan bir gazeteci. 2012 yılındaki Tüyap İstanbul Kitap Fuarı’na özel konuk olarak çağrıldı. 1945 doğumlu yazar Hollanda ve İspanya’da yaşıyor.
1552 Eğri kuşatması
“Eğri Macar Katolik Kilisesi tarihinde erken ortaçağdan beri önemli bir kent. Bir piskopos ile ilgili en önemli haberler 1004 tarihine kadar gider… Eğri, kalenin yakınında bulunan kaplıcaları ve onu çevreleyen doğasıyla cazip bir dinlenme yeri olarak tanınıyor… Özellikle kentin sulak çevresinde bol miktarda bulunan kuşlar avlanırdı. Her ne kadar yerel şarap, doğudaki Tokay bölgesinin şaraplarıyla kıyaslanamazsa da ondan hâlâ övgüyle bahsedilir. 1552’de Türklerin kaleyi kuşatmasından sonra Macar hikayelerinde dramatik bir şekilde şarap boğa kanına benzetilmeye başlanmış. Saldıranlar, savunmacıların bıyıklarından akan kanı Macarların cesaret toplamak için içtikleri boğa kanının damlaları olarak görüyormuş… Eğri, Habsburglar, Macarlar ve Türkler arasında sürekli tartışma konusu oluyordu.
Osmanlı ordusu 1552 Eylülünde Eğri kalesi önüne geldi.
Savunmanın yönetiminden sorumlu İstvan Dobó, 1551’de Türklerin bir saldırı hazırlığı içinde olduklarını duyunca hemen büyük miktarda gıda, mühimmat ve zift depolamıştı. Ahmed Paşa’nın yönetimindeki ordu haftalar önce Edirne’den yola koyuldu. Yola devam ederken Temeşvar (şimdiki Romanya kenti Timisoara) fethedildi. Ali Paşa’nın Budin’de konumlanmış birlikleri, Eğri’nin 150 km. kadar güneyinde bulunan Szolnok’un kapıları önünde Ahmed Paşa’ya katıldı. Szolnok kalesi 5 Eylülde karşı konulmadan fethedildi. Bu Dobó için büyük bir talihsizlikti, yeterli sayıda asker toplamak için çok az zamanı vardı…
29 Eylül’de tabiri caizse eski kapıya ilk ciddi saldırı yapıldı. Fakat savunma direndi. Bundan sonra Türkler taktik değiştirdi ve korku saçan şahi zarb-zen toplarıyla surlara ve burçlara ateş açtı. (Şahi zarb-zen Türklerin en yaygın kullandıkları toplara verilen isimdi. Ağırlığı 143 kiloya varan bu topları iki at veya bir deve rahatlıkla çekebiliyordu.) Ateşkes sırasında Türk paşalar, yıllar önce Sultan Süleyman’ın Rodos’ta yaptığı gibi bir barış antlaşması teklif ettiler: Teslim olunması halinde savunmacılara dokunulmayacaktı. Dobó bu teklifi reddetti. Ama Dobó’nun ikinci teğmeni Hegedus bu cömert teklifin kabulünü önerince derhal idam edildi…
4 Ekim’de tam bir isabetle kalenin barut mahzeni havaya uçtu. Sonuç birçok ölü ve Türklerin yeni saldırısıydı. Fakat bu hikayenin korkmaz yiğidi direnmeye devam etti. 12 Ekim’de kaleye bir toplu saldırı daha yapıldı. Nafile.”
Olayı anlatan yerel bir tarihçi kale öyle berbat durumdaydı ki diye yazmış, “aslında savunulacak bir tarafı kalmamıştı”.
“Ve 17 Ekim’de mucize gerçekleşti; Osmanlı Ordusu geri çekildi. Sefer mevsimi bitmişti. Ali Paşa Budin’e geri döndü. Ahmed Paşa Belgrad’ta kaldı.”
“Dobó bunca sene erzak, zift ve mühimmat biriktirmeyi başarmışken nasıl olup da savunma için yeterince birlik toplayamadığı açıklığa kavuşmadı. Kalenin 80 bin (Osmanlı, M.G.) asker tarafından kuşatıldığı düşünüldüğünde Dobó’nun son anda çevredeki çiftçileri askere almaya çalışması insanın garibine gidiyor.”
Géza Gádonyi
“Macaristan’da nereye gidersen git, her saygıdeğer kitapçıda Géza Gádonyi’nin kitaplarını bulabilirsin. Gárdonyi bu kadar harcıalem bir yazar değildi. Çeşitli gazetelerin çalışanı ve kısa öykülerin yetenekli bir yazarı olarak, 1910’da, hâlâ seçkin bir kurum olarak kabul edilen Bilim Akademisi üyeliğine kabul edildi. Ama özel hayatı bu kadar başarılı olmadı. 1885’te yaptığı evlilik 1892’de boşanmayla bittikten sonra annesiyle beraber Eğri’ye inzivaya çekildi. Burada Macaristan tarihinin en sevilen kitabının temeli atıldı: Egri csillagok. (Eğri’nin Yıldızları olarak çevrilmiş, M.G.)
Kitabın kapağındaki tanıtım yazısında ‘1552’deki Eğri kuşatması hayret verici bir olaydı’ diye yazıyor. ‘İstvan Dobó’nun komutanlığı altında küçük Macar ordusu altı hafta süresince müthiş Türk ordusuna karşı koyarak onu utanç içinde geri çekilmeye zorladı. Dobó bu zaferin kahramanı oldu. Ancak ilginç kurnazlıklarla Türklerin moralini bozan harika patlayıcı uzmanı Gergely Bornemisza hakkında fazla bir şey bilinmiyor.’
Yayıncı Géza Gádonyi’nin kitabını ‘tarih ve kurgunun ikna edici bir karışımı’ olarak tasvir etti. Söz konusu kitap ‘Macar edebiyatının klasikleşmiş, hem yetişkin hem de çocuklar için vazgeçilmez bir eseri’ (olarak tanımlamış, M.G). Ya da George Cushing’in kitabın İngilizce baskısının önsözünde yazdığı gibi: ‘Erkek çocuklara hitap eden Viktorya dönemine ait iyi bir macera öyküsü için gerekli tüm malzemeye sahip.’ Sanki Oliver Twist’in erkek kardeşi Eğriliymiş gibi.
Kitap 2006’da bol izleyicisi olan bir televizyon programında Macaristan’ın en sevilen ve en çok okunan kitabı ilan edildi. Da Vinci Şifresi’nin Macar örneği; bol bol tarih anlatılan ama her yazılanın doğru olmadığı kolay okunan bir kitap. Şunu kabul etmek gerekir ki, Gádonyi acele etmemiş ve Budapeşte, Viyana ve İstanbul arşivlerinde araştırma yapmış. Kitaptaki kahramanların çoğu, Türk asker Yumurcak dışında gerçekten yaşamış kişiler. Kitapta Yumurcak iki Macar çocuğun kaçırılmasıyla ortaya çıkar. Fakat sayfalar ilerledikçe Türklere yüklenen tüm kötülüklerin bir mecazı haline gelir. Bu o kadar ileriye gitmiş ki Macar dilinde ‘Jumurdzsak’ sözcüğü (Yumurcak yani, M.G.) uzun zaman düşmanı tarif eden bir küfür olarak kullanılmış.
Kurgusal tarih kitabı
Beş bölümden oluşan kitapta kahraman Gergely Bornemisza ve gençlik aşkı Éva Cecey’in hikayesi anlatılıyor. Gergely, Eğri’deki Türklere karşı yapılan direnişe katılmış gerçek bir kişi, ama romantik hayatı baştan sona uydurulmuş. Aynı durum hem onun hem de Osmanlı toplarının Eğri kalesini tahrip ettiği sırada Hızır gibi yanında beliren Éva’nın kaçırılışı için de geçerli. Gárdonyi okuru onlarca sayfa boyunca 1541 Budin’in fethinden alıp, 1552 Eğri kuşatmasına kadar götürüyor. Bu noktadan sonra tarihi gerçekler, yazarın fantezisiyle tutkulu ve şanlı bir ufkun arkasına atılıyor.
…
Rivayete göre Gárdonyi’nin oğlu babasını çalışma odasının penceresinden Türklerin 1552’de fethetmeye çalıştıkları kaleyi sık sık seyrederken görüyormuş. Günün birinde oğlu Gárdonyi’nin ağzından alıntı yaparak Macarların Türk-Macar dönemindeki olayları yanlış algıladıklarını ifade etmiş. Gárdonyi güya, ‘günün birinde biri olayları bu kişilerin, (direnen kişilerin) gözleriyle görmemizi, onların sözlerini ve kalp atışlarını duymamızı sağlayabilse’ dermiş. Hakikaten dönemine ait gerçek bir romantik kişiliğe sahipmiş.”
Gárdonyi’nin hayal dünyasına karşın gerçek hayat
Gárdonyi’nin ne kadar hayalperest bir kişi olduğunu artık biliyoruz. Yazdığı kurgu tarih kitabıyla bir kuşatmayı nasıl bir ulusun kahramanlık destanı haline getirdiğine de tanık oluyoruz. Tabii ki gerçek hayat onun dediği gibi akmamış. O’nun Eğri kahramanı Dobó 1553’te o sıralarda bir süre Habsburglara yanaşan Erdel’in dükü ilan edilmiş. Ama ihanet suçuyla birkaç yıl şimdiki Bratislava’da hapsedilmiş, daha sonra bugün Slovakya sınırlarında bulunan Leva kentine gönderilmiş ve orada da ölmüş. Pek de kahramanca bir yaşamöyküsü değil yani. Ancak yine de 2007’de mezarı bulundu ve saygıda kusur edilmedi.
Peki kitapta başka neler var gerçeğe uymayan?
Gárdonyi kitabında Macarlar için bir bozgun olan 1526 Mohaç Savaşı’nda 24 bin Macar’ın vatanı için kanını akıttığını yazıyor. Oysa Mohaç’ta savaşan tüm Macar Ordusunun toplamı bazı kaynaklara göre 25 bin kimine göreyse 40 bin askeri içeriyordu. Üstelik askerlerin çoğu Avusturya, Bosna ve Almanya’dan gelmiş paralı askerlerden oluşuyordu.
Bornemisza ise kuşatmadan kısa bir süre sonra Türkler’in tuzağına düşerek tutsak edilmiş ve ne yazık ki asılmış. Bir roman kahramanı için kötü bir son.
Eğri’yi kuşatan Osmanlıları anlatırken de “savunmacılar, 150 bin insan suratlı kaplan, yırtıcı vahşi hayvanlar gibi gördüler, sayıları belki 200 bin idi” savında bulunan Gárdonyi’nin iddiası da havada kalıyor.
Osmanlıların Eğri’yi de içeren seferine katılan asker sayısı tahminen 70 bindi. Tabii bunun ne kadarının Eğri’nin kuşatmasına katıldığı bilinmiyor ancak bir Macar arkeolog Laszlö, sayıyı “70 binin ancak onda biri” olarak tahmin ediyor.
Tarihçi Pal Fodor ise “Eğri’yi 200 bin Osmanlı askeri kuşattı” savı konusunda şöyle diyor: “Çok abartılmış. Osmanlı Ordusu o zaman en fazla 40 bin askere sahipti. Bütün Macaristan için geride kalan ordunun tamamı bu kadardı. Aslında üç orduydu. Eğri kuşatması başlayınca sayı epey azalmıştı. Her halükârda 30 bini geçmiyordu. O dönemde onlarca kalenin kuşatıldığını unutmamalıyız. Türkler sadece iki kere yenilgiye uğradı.”
İskeletler nerede?
Gárdonyi’nin bir savı da kuşatmada 8 bin Osmanlı askerinin öldüğüne ilişkin. Ancak yapılan kazılarda iskeletlere rastlanmamış. Kent arkeoloğu ve Eğri kuşatmasını araştıran Laszlö Fodor “iskelet bulan bunu derhal bildirsin” demiş demesine de sonuçsuz kalmış bu çağrısı. Yapılan kazılarda 16.yüzyılda gömülmüş birkaç Macar vatandaşının cesedi bulunabilmiş. Fodor “Katedralin etrafındaki mezarlıktan çıkardığımız üç bin iskeletten ancak birinin eli kesikti. Bunun dışında 14 iskelette kılıçla açılmış yaralar tespit edildi. Bana kalırsa bu çok az. Bu da kuşatmada binlerce kişinin öldüğünü ispatlamak için yeterince delilin bulunmadığı anlamına geliyor” diyor.
Gárdonyi’nin yapıtının okunması zorunlu
“Gárdonyi’nin kitabı 1899’da çıktı. Bu, yaklaşık bir yüz yıl sonra Macaristan’da ilköğretim okullarında hâlâ okunması zorunlu bir kitaptır. (Alıntı yaptığım Henk Boom’un kitabı 2010 yılında yayımlandığına göre o yıla kadar zorunluydu diyebilir miyiz, bilemiyorum, M.G.) Her sınıf, okul yılı içinde en az bir kere Eğri’ye gezi düzenler.”
Kitabın yayımlanmasıyla Macaristan’da ilginç bir şey oldu. Macarlar niyeyse utanç duydukları Mohaç yenilgisinin utancından kurtuldu. Oysa Osmanlı Ordusu ile Macar Ordusu 1526’da denk değildi. Bırakın birbirine yakın olmalarını, aralarında uçurum vardı. Biri gücünün zirvesinde bulunan koca bir imparatorluk, diğeri ise küçük bir devletti. Kıyaslanması zaten büyük insafsızlık. Bugün ABD ile Türkiye’yi kıyaslamak gibi bir şey. Ancak insanlar böyle düşünmüyor demek ki. Kendi devletlerini bayağı abartılı biçimde çok kuvvetli görüyorlar, tıpkı Türkiye’deki gibi.
Osmanlı’nın gözünden Eğri kuşatması
Macarlar’ın bir kahramanlık destanına dönüştürdükleri Eğri kuşatması hakkında Osmanlılar ne düşünüyordu acaba?
“Süleymanname’de Erlau adı tesadüfen Romanya’nın en batısında bulunan Temeşvar kentinin fethiyle ilgili bir minyatürde geçiyor. Kent 16.yüzyıl ortalarında Ahmed Paşa’nın önderliğindeki Osmanlı Ordusu’nun sırayla fethettiği Macar hisarlarından biriydi. Sultanlar destanında Eğri’ye ayrılmış kısım şu sözlerle bitiyor: Batı cephesindeki zaferleri Macaristan’ın kuzeyinde, stratejik bir konumda bulunan Erlau kentine yapılan başarısız saldırının gölgesinde kalıyordu. Sultan Süleyman’ın oğlunun torunu Sultan 3.Mehmed 1596’da Erlau’yu yine de fethedecekti.”
Yabancı Osmanlı tarihçilerinden Caroline Finkel Osman’ın Rüyası başlıklı yapıtında Eğri’ye değiniyor ama 1596’daki fethiyle ilgili olarak. Diğer Osmanlı tarihçileri Andre Clot ve Fairfax Downey de yapıtlarında Eğri’den söz etmişler. Ancak sözünü ettikleri Kanuni’nin 1566’da Eğri’ye giderken yolda yaşanan olaylara ve yolculuk planlarındaki değişiklikler dolayısıyla. Peki 1552’deki Eğri kuşatmasından söz ediyorlar mı? Ne yazık ki hayır.
Biz de tarihimizdeki bazı olayları (bence bazı değil haddinden fazla sayıda) abartarak anlatmayı veya dinlemeyi seviyoruz. İnsanlar kendi tarihlerinde kötü şeylerin yer almasından rahatsız oluyor. Oysa gerçekte tarih işte bu kötü ve iyi şeylerin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Maalesef tüm milletlerin tarihinde hep iyi şeyler yer almıyor.
Herkese keyifli günler dilerlm.
Alıntıların tümü Henk Boom’un, “Büyük Türk” adlı yapıtının 186-216 arasındaki sayfalarından yapılmıştır., Kitap yayınevi.
Görsel: Eğei Kalesi Kuşatması, 1552, Béla Vízkelety’nin (1825–1864) bir kartpostal üzerindeki tablosu. Imre Vahot’un planlarına göre Béla Vízkelety ve Franz Kollarz tarafından yapılmış, Eger kuşatmasını tasvir eden bir taşbaskı. İlk tarihi kompozisyonu Imre Vahot tarafından 1857 yılında Napkelet dergisi olarak yayınlanan bir serinin unsurudur. Hunyadi Hanedanı’nın zafer kutlamasını her yıl tarihi bir kompozisyon izler: 1858’de Adil Mátyás, 1859’da István Báthory’nin girişi ve son olarak 1860’ta Eger Kalesi’nin kahramanca savunması. Vahot, taş çizimlerinden tarihsel bir döngüyü ancak daha sonra 1860 yılında Béla Vizkelety’nin tasvirleriyle ilgili metinleri “Magyar Történeti Képcsarnok” başlığı altında kitap halinde yayınladığında tamamladı.