Cumhur Deliceırmak, Girne
İşsiz güçsüz, işi olsa da önemsemeyen, işini yapmayan, değer yargıları, sınıf bilinci olmayan yoksulları tanımlamak için kullanmıştı “lümpen proletarya” kavramını Marx–Engels ikilisi.
Hep söylerim, Marx ve Engels’in teorisyenleri olduğu ve sonraları Lenin, Troçki, Stalin, Mao ve hatta 1960’larda Fidel Castro, Che Guevara, Dmitrov gibi isimler ile dallanıp budaklanan Marksizm’i ilk ve en doğru anlayıp kavrayan kapitalizmin bizatihi kendisi olmuştur.
Kapitalizmin tüzel kişiliği ve gücü, işçi sınıfını olası Marksistleşme ihtimalinden çekip almış ve hatta işçileri, işçi sınıfı bilimi ve felsefesi diye özetlenen Marksizm’e, komünizme karşı kendi saflarına çekmiş ve kullanmıştır, kullanmaktadır.
Bu konuda o kadar başarılı olmuştur ki; Marx ve Engels’in sınıf bilincinden uzak, sorumsuz ve tembel, değer yargısı olmayan yoksullar için serseriler anlamında kullandıkları “lümpen” kavramı özellikle 1970’li yıllardan itibaren ve giderek artan bir hızla liberalleşen, kapitalizmle yarıştıkça piyasacı olan komünist partilerini lümpen partiler haline devirirken komünist rejimleri de bir fiskede tarihin çöp sepetine atıvermiştir.
Ronald Reagan ile dehşet dengesi tahterevallisi oynamaya kalkışan Gorbaçov, sınıfsal temelli olduğu iddia edilen SSCB’nin tabutuna son çiviyi çakarken Varşova Paktı da iskambil kağıdından kuleler gibi yıkılmış dağılmış, yerle yeksan olmuştur.
Lâkin kendilerini sosyalist, komünist diye konumlandıran ve bu konumlandırma işini de ezbere yapan Türkiye ve KKTC solcuları akıl almaz bir kireçlenme, betona gömülme tavrı içinde, sanki dünya halâ 1960’ların, 68 kuşağının bildiği, kurduğu hayaller dünyasındaymış gibi donup kalmışlar ve bir türlü 1980’ler sonrasının, globalizmin dayattığı yeni türden örgütlenmelere, söylemlere, bilgilenme ve donanım, yeni ve gerekli söylem ve eylemlilik ihtiyacını hiç hissetmeden, her yıl 6 mayıs günü ‘ Deniz’ler ÖLMEZ’ diye slogan bağırmayı politik ve derinlikli bir mücadele biçemi sanmaya devam etmektedirler. Denizgiller yirmili yaşlarının ilk basamaklarında öldürüldüler ve öldürülmelerinin üstünden nerdeyse üç kere yirmi yıl geçti ve onları öldürenler gençlerini Türkiye’nin, yüzlercesini öldürmeye devam ettiler. Lümpen sol partiler ve lümpen “devrimciler” slogan bağırmaktan başka hiçbir şey yapmayı beceremediler hatta denemediler bile
Ve bu atalet yalnız 6 Mayıs tarihi ile de sınırlı değildir.
1 Mayıs İşçi Sınıfı Mücadele Günü, 1 Eylül Dünya Barış Günü, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vs. vs. etiketli günler ile günler geçmekte, devran olduğu gibi sürmekte, sömürü ve zulüm artmakta ve fakat solcular bir türlü etkin olma yolunu bulamamaktadır.
Niye mi bulamıyorlar? ARAMIYORLAR da ondan
Heraklitos’tan beridir ki değişmeyen tek şey var, o da değişmenin kendisi diye slogan bağıran Türk sosyalist, komünist partileri ASLA ve KATİYEN değişmiyor, gelişemiyor ve değiştirmiyorlar, ne sloganlarını ne de kendini beğenmiş kompleksli hallerini.
1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu ve mutlu olsun.
Düdüklü tencere ne işe yarasın diye düdüklüdür acaba diye düşünülecek mi?
Hayır düşünülmeyecek, düşünülmeyecek çünkü Türk solcusu enternasyonalisttir ve HER ŞEYİ MUTLAKA BİLİR. Değişip gelişmeye de asla, katiyen ihtiyacı yoktur.