Değişim yaşamın her alanında içe ve dışa dönük hareket yaratır. Bazen durağan da olabilir.
Bazen acı bazen sakinlik sunar. Yapıcı da yıkıcı da olabilir.
Yoga pratikleri değişimin tüm bu geçişlerini barındırdığı için bize türlü deneyimler sunar. Üstelik bu deneyimler için uzun yıllara ihtiyacımız olmayabilir. Sadece pratik için mindere adım atmamız yeterlidir.
Yoga, her bireyin kendi deneyimleri ile hayata geçirilir ve “doğru” bireyin deneyimlerinden süzdüğü algısı ile kendisine bağlıdır.
Hepimizin doğrusu farklı olabilir. Benim akşam yattığım vaktim senin gününün başladığı vakit olabilir.
Sağlıklı beslenip, vitaminlerimizi alabiliriz. Sporumuzu ihmal etmeyebiliriz. Ya da tam tersi hareketsiz bir yaşamımız ve sağlıksız alışkanlıklarımız olabilir.
Özüne baktığımız zaman aslında, aklımızda ve kalbimizdekileri çözene kadar asla sağlıklı değilizdir. Üstelik bedenlerimiz sürekli stres hormonu ile günü kurtarmaya çalışırken doğrumuz hakikat ile örtüşemez.
Hepimiz mevcut ekonomik modellerin içerisinde birbirine benzeyen şehirlerde benzer konforlar için çabalıyoruz.
Sürekli artan bir tüketim anlayışı içerisinde yaşamıyor, yaşamak için mücadele veriyoruz.
Hepimiz dünyanın yaşadığı sıkıntıyı görüyoruz. Dışımızda gelişen ancak içerisinde olduğumuz iklim değişiyor. Üstelik bu değişim pek de iç açıcı gözükmüyor.
Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi doğrularımızı hakikat ile örtüştüremediğimiz için medeniyetleştirme çabası ile boğduğumuz toprağın, suyun, havanın değişimini idrak edemiyoruz.
İnsan doğası yaşamın koşuşturması içinde bozuldukça, bize tüm cömertliğini sunan toprak ana ile olan ritmimiz de bozuluyor. Bozulan ritim bozuk notalara sahip değişimi getiriyor.
İnsanın potansiyeli ve bilinci sınırsızdır ama doğanın kaynakları sınırlıdır. Aslında bizi biz yapan özelliklerimizi doğa ile uyumlamamız içindir bu değişim diyebilmeliyiz. Bunun için ortak bir akıl ve kalbe geçebilmemiz gerekiyor.
Acı veren bu değişim bir taraftan da iyiliğe, anlayışa, ortak akıl ve kalbe genişlememizi destekliyor ancak eyleme geçemediğimiz sürece acı vermeye devam edecek.
Eyleme geçebilmek için sormalı ve sorgulamalıyız. Korkak irade ile değil cesaret ile adımlar atabilmeliyiz. Neden bu kadar çalışmak, tüketmek zorundayız? Sürekli “büyüme” ifadeleri ve rakamları neden bu kadar önemli?
Bu sorulara hepimizin cevabı farklı olabilir ancak değişim istiyorsak hepimizin medeniyet ile doğa arasındaki çatışmaya dur diyebileceğimiz bir hedefi olmalıdır.
“Dünyayı ben mi kurtaracağım?” bilincinden çıkıp “Değişimi ben yaratabilirim” bilincine geçmeliyiz.
Yazımı 1948 yılı Nobel Edebiyat ödülü sahibi T.S. Eliot’un “İçi boş adamlar” şiirinin bir kısmı ile bitirmek isterim.
“İçleri boş adamlarız
İçleri doldurulmuş adamlarız
Birbirimize yaslanırız
Samanla doldurulmuş kafa parçalarımız.
Heyhat! Kurumuş tınımız,
Birlikte fısıldadığımız
Suskuncadır ve anlamsız
Kuru çimdeki rüzgâr misali
Ya da kırık cam üstündeki
Sıçanların ayaklarıdır kuru mahzenimizde.
Bu ölü ülkedir
Bu kaktüs ülkesidir
Burada taş görüntüler
Doğrultulmuştur, burada kabul eder onlar
Ölü adam elinin yakarışlarını
Solan bir yıldızın pırıltısı altında.
Böyle midir acaba
Ölümün diğer krallığında
Uyanıp yapayalnız
Şefkatten titrediğimiz o saatte
Öpebilecek dudakların
Dualar oluşturması kırık taşa.
Gözler burada değil
Burada hiç göz yok
Ölen yıldızların bu vadisinde
Bu boş vadide
Son krallıklarımızın bu kırık çenesinde
Bu son toplanma yerlerinde
El yordamıyla arıyoruz
Ve konuşmaktan sakınıyoruz
Kabarmış nehrin kıyısında toplanmışız
Düşünceyle
Hakikat arasına
Çırpınma ile
Eylem arasına
Düşer Gölge
Çünkü Senindir Krallık.
Gebe kalmakla
Yaratma arasına
Hissetmekle
Tepki verme arasına
Düşer Gölge
Çok uzundur hayat
Arzuyla
Kasılma arasına
İktidarla
Varoluş arasına
Nüveyle
Nesep arasına
Düşer o Gölge
Çünkü Senindir Krallık
İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
İşte böyle kopar kıyamet
Bir gümbürtüyle değil, iniltiyle…”
Kıyametten çok korkarız ya, belki de kıyamet de değişimin kendisidir ve çoktan kopmuştur. Ama cehalette ısrar ettiğimiz sürece bu ısrar hakikati görmemizi ve afete dönüşmesini engellemeyi imkânsız kılar.
Namaste…