Kalbe ait bilinen en eski çizimin İspanya’da bir mağarada, Millattan Önce (M.Ö.) yaklaşık 20.000 civarına tarihlenen bir paleolitik mamut figüründe görüldüğünü,
Son buzul çağından önce, M.Ö. 10000- 8000 arasında Fransa’nın güneyinde yaşamış olan, avcılıkla geçinen Cro-Magnonlardan kalan mağara duvarı resimlerinde günümüzde ders sıralarına, duvarlara, ağaçlara kazınan kalp işaretlerinin görüldüğünü,
Antik Helen ve Roma uygarlıklarında kalbin bilincin ve duyuların kaynağı olarak kutsal organ kabul edildiğine ve hastalanamayacağına inanıldığını,
Yoğun egzersiz esnasında ani ölümlere gösterilen kadim örneğin M.Ö. 490 yılında Phidippides’in Maraton kentinden Atina’ya 26.2 mil (41,9 km) koşarak Atinalıların Perslere karşı kazandığı zaferi haber verdikten hemen sonra aniden ölmesi olduğunu, bunun ilk maraton koşusu olarak anıldığını,
Bugün hipertansiyon adını verdiğimiz hastalığın M.Ö. 2600 civarına tarihlenen antik kayıtlarda “sert nabız hastalığı” olarak tanımlandığını ve akupunktur, kan boşaltma, sülükler yapıştırarak kan emdirme gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışıldığını,
Orta Çağ’da sanatta dini bir sembol olarak öne çıkan insan kalbinin Rönesans ve sonrasında romantik aşkı simgeler duruma geldiğini,
“Dolaşım” tabirinin ilgili kitap metinlerinde ilk kez XVI. yüzyılda kullanılmış olduğunu,
XVI. yüzyılda Avrupalılar tarafından keşfedildiğine inanılan akciğer dolaşımını ilk kez doğru biçimde tanımlayan bilim adamının Şam doğumlu Arap İbn el-Nafis (1213-1288) olduğunun geçtiğimiz yüzyılda anlaşılmış olduğunu,
Kılcal damarların biyolojide mikroskopinin öncüsü olan Marcello Malpighi (1628-1694) tarafından kurbağa ve kaplumbağa akciğerlerinin mikroskopla incelenmesiyle keşfedildiğini,
Yaklaşık M.Ö. 1550 yılına tarihlenen Ebers Papirüsü’nde günümüzün sağlıklı damar-damar sertliği kavramlarıyla uyumlu bir biçimde, damarların işlevlerini koruyabilmek için gevşek ya da sert olmamaları, belli bir ideal esnekliğe sahip olmaları gerektiği bilgisinin yer aldığını,
Antik Mısırlıların ölen kişinin kalbinin Osiris’in huzurunda teraziye konarak Tanrıça Maat’ın saç tüyünün karşı kefesinde tartıldığına, kalp günahlarla ağırlaşmamışsa terazinin dengede kalacağına ve kişinin öbür dünyaya güvenle geçebileceğine inandıklarını,
Antik Mısır mumyalama tekniğinde beyin, karaciğer, akciğerler, mide, bağırsaklar ve diğer iç organlar dışarıya alınırken kalbin yerinde bırakıldığını,
Nabız gözlemlerinin ilk yazılı kayıtlarının M.Ö. XVII. yüzyıla tarihlenen Edwin-Smith papirüsündeki hiyeroglif karakterler olduğunu,
Antik Mısırlıların günlük uygulamada hastaların nabızlarını tabanındaki ince delikten suyun damla damla aktığı, saat işlevi gören bir toprak kap yardımıyla saydıklarını,
İncil’de kalbe karşılık gelen İbranice “lev” ve “levav” sözcüklerine sekiz yüzden fazla kez rastlanmakta olduğunu,
Antik Çinlilerin yüzün her bir kısmının vücudun bir organı hakkında fikir verdiğine, kalbi dilin temsil ettiğine ve kalp hastalandığında dilin kırmızı renginin siyaha dönüştüğüne inandıklarını,
Antik Çinlilerin kadınların nabız muayenelerini mahremiyetlerinin korunmasına dönük hassasiyetleri nedeniyle bileklerini ipekten yapılma kalın ipliklerle sardıktan sonra bir bambu perdenin ardından yaptıklarını,
Kalbin sol karıncığından en büyük atardamar olarak çıkan “aort” damarına ismini veren bilginin Yunanlı büyük filozof Aristo olduğunu,
Ana rahminde embriyonun kalp atımlarını ilk gözlemleyen kişinin, tavuk yumurtaları üzerine gözlemler yapan yine Yunanlı büyük filozof ve bilgin Aristo olduğunu,
İbn-i Sinâ’nın (980-1037) kalp hastalarına tedavi olarak kana hızla karışarak kalbi güçlendirdiği gerekçesiyle yumurta sarısını önerdiğini,
Leonardo da Vinci’nin sığır kalbine erimiş balmumu şırınga etmek suretiyle kalp kapaklarının nasıl çalıştığını incelediğini,
İlk koroner bakım ünitesinin bu isim altında on bir yataklı bir birim olarak 20 Mayıs 1962’de New York’ta hizmete girdiğini,
Temiz kanı taşıyan atardamarlara verilen”arter”isminin Yunanca hava anlamındaki “area”dan geldiğini, bu ismin seçilmesinin nedeninin atardamarların hava taşıdığına inanılması olduğunu,
Çok fazla kilolu firavunlar olan III.Ramses ve II. Amenofis’in mumyalarında belirgin damar sertliği bulgularına rastlandığını,
Kalp ritmindeki düzensizlikler için aritmi tabirini 1872 yılında ilk öne sürenin Alman fizyolog Rudolf Peter Heinrich Heidenhain(1834-1897) olduğunu,
XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında kalp yetersizliği nedeniyle gelişen bacak ödemlerinin, ödemli yerlere sıvıyı dışarıya almak maksadıyla tüpler yerleştirilerek tedavi edilmeye çalışıldığını,
Tansiyonu hayvanların atardamarlarına ince cam tüpler yerleştirmek suretiyle ilk kez ölçen kişinin İngiliz rahip ve bilim adamı Stephan Hales (1677-1761) olduğunu,
Günümüzde kullanılan tüm tansiyon aletlerinin atasının İtalyan Riva Rocci’nin 1895 yılında vücut dışından arter kan basıncını ilk kez ölçtüğü cıvalı manometre ve manşonu olduğunu,
Dünyadaki tüm sağlık merkezlerinde acil müdahale gerektiren kalp ya da solunum durmasını sağlık personeline iletmede kullanılan “mavi kod”un rengini ölüm halindeki kişinin cildinin mavileşmesinden aldığını biliyor muydunuz?
Doktorların kullandığı dinleme cihazlarına verilenstetoskop isminin aslında eski Yunanca’da “göğüse bakmak” anlamına geldiğini,
Hinduların Ayurvedik tıp öğretisinde altı yüz tip nabız tanımının mevcut olduğunu, nabız muayenesinin erkeklerde sağ, kadınlarda sol tarafta yapılması gerektiğinin savunulduğunu,
Kalp kasını besleyen atardamarlara verilen “koroner” isminin kökeninin Latincede taç anlamına gelen “corona” olduğunu, kalbin üzerindeki görünüşleri nedeniyle bu sözcüğün benimsendiğini,
Nabzı doğru bir biçimde ölçen ilk aletin İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof Galileo Galilei (1564-1642) tarafından bu amaçla keşfedilen bir sarkaçlı saat olduğunu,
Kalp ritmi hastalıklarının teşhisinde yaygın olarak kullanılan hastane dışında kalp ritmi takibinin mucidinin tetkike ismini veren Amerikalı biyofizikçi Norman Jefferis Holter (1914-1983) olduğunu,
1950’li yılların başında kalp krizi geçiren bir hastanın 3-6 hafta mutlak yatak istirahati sonrasında kısa sürelerle sandalyeye oturmasına izin verildiğini,
İlk başarılı kalp kapak ameliyatının Amerikalı cerrah Elliot Carr Cutler (1888-1947) tarafından 1923 yılında Boston’da on iki yaşındaki bir mitral kapak darlığı hastasına uygulandığını,
Kalp krizini kaçınılmaz bir ölüm değil, koroner damarların pıhtıyla tıkanması sonucu gelişen, sonrasında kalpte hasarla dahi olsa hayatın devam edebildiği bir hastalık olarak 1912 yılında ilk tanımlayan hekimin James Bryan Herrick (1861-1954) olduğunu,
Kalbi durdurarak dolaşımı kalp-akciğer makinesine bağlamak suretiyle uygulanan ilk açık kalp ameliyatının Amerikalı cerrah John Heysham Gibbon Jr. (1903-1973) tarafından 1953 yılında Philadelphia’da on sekiz yaşında kalp deliği olan bir hastaya uygulandığını,
“Damar” kelimesinin kökeninin eski Uygurcadaki “tamır” olduğunu ve Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olan Divan-i Lügat-it Türk’te (1070) sözcüğün tamır/tamur olarak yer aldığını,
İlk kalıcı kalp pilinin Ǻke Senning ve Rune Elmqvist tarafından 8 Ekim 1958’de İsveç’te Arne Larsson adında, kalp hızı 28/dak’ya düşen kırk üç yaşındaki bir hastaya takıldığını, hastaneden aylar sonra taburcu edilebilen Larsson’un 2001 yılına kadar toplam yirmi altı kez kalp pili takılarak yaşamış olduğunu,
Avrupa’da ilk üç kalp kapağını tek seansta değiştirme ameliyatının Prof. Dr. Siyami Ersek (1920-1993) tarafından 20.04.1966 tarihinde İstanbul’da bugün adını taşımakta olan hastanede gerçekleştirildiğini
Biliyor muydunuz?
Görsel: nationalgeograpic.com