Ne zaman güzel bir köprüde dursam Heinrich Böll’ün “Köprüde” adlı öyküsünü hatırlarım.â
Usta Heinrich Böll’ün bu öyküsünde, 2. Dünya Savaşı sonrası “bacakları onarılan” adama oturabileceği bir iş verilir. İşi gelip geçenleri saymaktır köprüde. Toplayıp çıkaracakları, binbir çeşit istatistik üretecekleri sayılar armağan etmektedir üstlerine. Oysa doğru değildir bunlar. Çünkü bir sırrı vardır ve amirleri asla bilmeyecektir. Her gün iki kez dondurmacıda çalışan bir kız gelip geçmektedir. Aşıktır ona ve sayamaz. Sayıların anlamsızlığına, yüzde hesaplarının hiçliğine dönüştürmez onu.
Şimdi, “Lujkov Köprüsü” veya diğer adıyla “Âşıklar Köprüsü” üzerinde, yüzlerce kilitle kaplı o metal ağaçlara bakarken bu öyküyü hatırlıyorum yine.
Bir de, Blotnaya Meydanı’ndaki parkta, köprüyü uzaktan kederli gözlerle izleyen, cebindeki kilidi çıkarıp uzun uzun bakan ve sonra da kayıplara karışan o adama rastlayışım geliyor aklıma.
Lujkov Köprüsü, Bolotnaya Meydanı’nı Kadashevskaya bendine bağlayan bir yaya köprüsü. Eski Belediye Başkanı Yuriy Lujkov’dan almış adını. Tretyakov mimari topluluğunun ayrılmaz bir parçası. Köprüye ilk kez Nisan 2007’de metal bir “aşk ağacı” konulmuş. Kilitler dolup taşınca devamı gelmiş elbette.
Köprüyü baştan sona yürüyüp kilit yüklü bir ağacın yanında duruyorum yeniden. Ağaçlara kalp şeklinde kilitler asarak anahtarını nehre atan, anların tekrarı imkansız ve geri getirilemez büyüsü içinde, mühürlü kalplerinin tek bir yürek gibi çarpmasını hayal eden çiftleri izliyorum. Rengarenk kilitleri, sevgililerin baş harflerini, sallanan çaputları büyük bir sorumlulukla taşıyan o yorgun metal ağaçlara bakıyorum uzun uzun.
Muhatabıyla vücut bulan ama asıl olarak kendi coşkumuzun, heyecanımızın, korkularımızın sınırlarında şekillenen bu büyük duygunun kaynağı nedir? Sayfalar boyunca, kitaplar boyunca tartışılabileceği açık. Ama şu var ki şehirlerde köprüsü olmalı âşıkların.
Nehrin üzerinde ışıklar parıldıyor, zaman akşama dönüyor artık. Gelinlikleri ve damatlıklarıyla yeni evlenen çiftleri, geçerken öpüşmeyi ihmal etmeyen ya da sırf öpüşmek için buraya gelen gençleri, fotoğraf çeken meraklıları geride bırakıp uzaklaşıyorum köprüden.
Novokuznetskaya Metrosu’na yürürken bunları düşünüyorum. Bir de kederli gözleriyle ansızın karşılaştığım ve bir daha hiç görmediğim o adam geliyor aklıma. “Lujkov Köprüsü”nden onun da geçtiğini biliyorum.
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.