Yaşayan en yetenekli ve en yaratıcı yönetmenlerden biri kabul edilen ancak aile içi taciz suçlamalarına hedef olan Woody Allen 50. filmiyle Venedik Film Festivali’nde ortaya çıktı.
Altı yıldır ülkesi ABD’de hiç film yapmayan Allen Fransızca çektiği “Coup de Chance” (Şans Vuruşu) filmiyle festivalde dakikalarca ayakta alkışlandı ama salon dışında toplanan öfkeli kalabalığın “Tecavüzcü” suçlamalarına hedef oldu.
Bazı eleştirmenler “Coup de Chance”ı 2013 yılında çektiği “Blue Jasmine”den (Mavi Yasemin) bu yana yönetmenin en başarılı filmi olarak niteledi. Allen’in ABD’de gösterilen son filmi Kate Winslet’in başrolde oynadığı “Wonder Wheel” (Dönme Dolap) olmuştu.
Allen, finansman peşinde koşmaktan yorulduğu için “Coup de Chance”ın son filmi olabileceğini söyledi ama yine de kesin konuşmaktan kaçındı.
87 yaşındaki yönetmenin ülkesinde “kara liste”ye alınmasının nedeni evlatlık kızı Dylan Farrow’u taciz ettiği iddiaları. Allen, Venedik’te gazetecilerin bu konudaki soruları üzerine, “Hep aynı şeyi söylüyorum. Suçlamalar iki önemli kurum tarafından soruşturuldu ve yersiz bulundu” dedi.
Allen, bir zamanlar evli olduğu Mia Farrow’un evlat edindiği Güney Kore kökenli Soon-Yi Previn ile 1997’de evlenmişti.
Dört kez Oscar alan Allen aynı zamanda orijinal senaryo dalında tam 16 kez Oscar’a aday gösterilerek bu alanda rekor kırdı, bunlardan üçünü kazandı.
Bir film eleştirisi
Allen’in 2007 yılı yapımı “Cassandra’s Dream” (Cassandra’nın Rüyası) filmiyle ilgili olarak Ayşegül Kesirli‘nin beyazperde.com’da yayınlanan okunmaya değer eleştirisinin bir bölümü şöyle:
“Cassandra’nın Rüyası’nı izlerken oldukça garip bir hisle cebelleşmek zorunda kalıyorsunuz. Karşınızda olup biten olayların zihninizdeki yansımasında hep Woody Allen’ı görüyorsunuz. Oldukça sık kullandığı el ve yüz mimikleriyle bir orkestra şefi edasıyla filmi yönettiğini, her duygunun daha da abartılı, her sahnenin daha da gösterişli olması için durduğu yerde heyecandan kıpır kıpır olduğunu seziyorsunuz.
Bu nedenle de beyazperdede izlediğiniz görüntülerin bir filmden çok canlı bir performansa ait olduğunu hissediyorsunuz. Sanki filmin sonunda Woody Allen makine odasından çıkacak ve önünüzde selam verip, kendisine atılan çiçeklere teşekkür edecekmiş gibi tekinsiz bir duygu peşinizi bırakmıyor. Bu nedenle de film bittikten sonra sinema salonunu terk ettiğinizde bir film izlemişsiniz gibi değil de, Antik Yunan’dan günümüze taşınan bir tragedyanın canlı temsilini seyretmişsiniz gibi hissediyorsunuz.
Aslına bakarsanız Cassandra’nın Rüyası ilhamını Antik Yunan tragedyalarından alan bir film zaten. Woody Allen’ın geçmiş çalışmalarında da sık sık izlerine rastladığımız bu esinlenme Maç Sayısı ile başlayan yeni dönem Woody Allen filmlerinin üslubunda belki de eskisinden daha da yoğun bir şekilde hissediliyor. Yeni dönem Woody Allen filmlerinde, tragedyalara konu olan mitolojik karakterler, yönetmenin kendine has sunumuyla ünlü oyuncuların bedenlerinde hayat buluyorlar ve Londra’nın sokaklarında dolaşıp, günümüzün toplumsal düzenini eleştiriyorlar.
Cassandra’nın Rüyası öncelikle adı vasıtasıyla gidişatı hakkında küçük ipuçları veren bir film. Geleceği görme yeteneğine/lanetine sahip olan Cassandra, Yunan mitolojisinde sürekli gelecekle ilgili kehanetlerde bulunan ancak söylediklerine kimseyi inandıramayan buhranlı bir karakter. Dolayısıyla geleceği değiştirme, geleceğe etki etme yetisine sahip değil. Bu nedenle izleyeceğimiz filmin Cassandra’nın Rüyası adını taşıması, hikayenin geleceği gören ancak onu değiştiremeyen birinin kehaneti olduğunu belli etmekte ve izleyeceklerimizi kaderle bağdaştırma imkanı sunmakta…
Esasında Woody Allen’ın yeni dönem filmlerinde konu dönüp dolaşıp, hep kader temasına bağlanıyor. Hatırlayabileceğiniz gibi Maç Sayısı, nehre atılan yüzüğün köprünün demirlerine çarptıktan sonra içeri mi yoksa dışarı mı düşeceği üzerinden yaratılan heyecanla şans ve kader kavramlarına atıfta bulunuyordu.”
Yazının devamını okumak için tıklayın