Dr. Anıl Çağlar Erkan (tasam.org)
Enerji bağlamında her geçen gün uluslararası politikayla yakından ilişkili yeni gelişmeler meydana gelmektedir. Enerji alanında yaşanan bu durum gerek konunun dinamizmini gerekse gelişmelerin küresel ölçekteki etkilerinin göstergelerindendir.
Günümüz modern uluslararası ilişkiler anlayışında enerji konusunun jeopolitik ve jeostratejik gibi kilit önemdeki kavramlarla bir arada değerlendirilmesi de alandaki gelişmelerin önemini destekleyici niteliktedir. Bu bağlamda enerji literatürünün yeni gelişmelerle bağlantılı şekilde çağın gerekliliklerine uyumlu şekilde kendisini sürekli olarak revize ettiğine, derinleştiğine ve kapsamının genişlediğine tanıklık etmekteyiz. Dolayısıyla enerji literatürünün klasik anlayışın ötesinde bir niteliğe doğru evirilme sürecinde olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu süreçte literatüre ilişkin en önemli ilerlemeler, yeni ortaya çıkan durumların analizi ve bağlantılı olarak gelecek projeksiyonlarının ele alınması kapsamında karşımıza çıkmaktadır. Enerji literatüründe Arktik bölgesiyle ilişkili çalışmaların sayısındaki artışla birlikte konunun giderek daha popüler hale gelmeye başlamasını bu kapsamda ele almak mümkündür. Ama yine de literatürde popüler hale gelmeye başlayan Arktik coğrafyasıyla ilişkili çalışmaların henüz istenen düzeyde olmadığı görülmektedir.
Arktik, dünyanın en önemli üç kıtası olan Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya’nın birbirlerine en yakın olduğu bölgedir. Politik anlamda gerçek bir varlığı olmadığı iddia edilse de sekiz bölge ülkesinin ortak sınırlarını paylaştığı bir coğrafyayı temsil etmektedir. Politik anlamda gerçek bir varlık olmaması tartışmaları bir kenara bırakıldığında asıl önemli durum komşu ülkelerin nitelikleri doğrultusunda karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki genel olarak ele alındığında bile Arktik coğrafyasının sistemin süper güçlerini sınırdaş hale getiren bir niteliğe sahip olduğu açıkça görülecektir. Bu bağlamda Arktik coğrafyasında enerji bağlamında yaşanan gelişmelere değinmek söz konusu öngörüler için son derece önemlidir. Çünkü söz konusu gelişmeler, yakın tarihe kadar “terra nillius” olarak nitelendirilen coğrafyanın, günümüzde uluslararası sistemin başat aktörlerinin odak noktasında yer almaya başlamasının altında yatan dinamiklerin daha net anlaşılabilmesi için son derece önemlidir. Özellikle son dönemde yeni fırsatlar olarak ilişkilendirilen gelişmelerden en önemlileri ise enerji kaynakları rezervleri ve deniz ticaret yolları kapsamındadır.
Arktik coğrafyasının yakın tarihten bu yana giderek artan önemindeki en önemli dinamiklerden birisi bölgede varlığı kanıtlanan stratejik enerji kaynakları rezervleridir. Söz konusu rezervler ciddi ölçüde, yakın gelecekte tükeneceği yöndeki senaryoların tekrar gözden geçirilmesine neden olacak boyutlardadır. Bu bağlamda Arktik bölgesinin önemini özellikle enerji faktörü bakımından artıran gelişmeler, 1930’lu yılların ortasında dile getirilmeye başlanmış olsa da önemli ölçüde 2000’li yılların başından itibaren gün yüzüne çıkmaya başladığını ifade etmek mümkündür. 2008 yılında ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun (U.S. Geological Survey), yaptığı araştırmalar sonucunda Arktik bölgesinde 90 milyar varil petrol, 47,2 trilyon metreküp ve 44 milyar varil doğal gaz sıvısı enerji kaynağı rezervi olduğunu açıklamıştır. Bu bağlamda bölgenin iki önemli stratejik enerji kaynağı bakımından ciddi miktarlarda rezerve sahip olduğunu ifade etmek mümkündür. Buna karşın elde edilen verilere göre doğal gazın petrole nazaran daha ön planda yer almaya başladığı görülmektedir. Daha açık bir deyişle doğal gaz konusunda bölgenin daha yüksek potansiyele sahip olduğunu ifade etmek mümkündür. Öyle ki “Yüksek Kuzey (High North)“ olarak nitelendirilen Arktik coğrafyası dünyada genelinde kanıtlanmış doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 25’ine sahiptir. Kaya gazı potansiyeli bir kenara bırakıldığında Arktik bölgesindeki kanıtlanmış doğal gaz rezervlerinin ABD’nin yaklaşık beş katına, “enerji süper gücü“ olarak nitelendirilen Rusya’dan yaklaşık yüzde 30 fazla olması bunun göstergelerindendir. Ancak bu noktada Arktik coğrafyasında keşfedilen stratejik enerji kaynakları rezervlerinin türevleriyle birlikte petrol ve doğal gazla sınırlı olmadığının altını çizmek gerekmektedir. Çünkü petrol ve doğal gazın yanında demir, nikel, platin, titanyum ve çinko gibi stratejik mineraller olarak nitelendirilen kritik öneme sahip değerli metallere ve taşlar bakımından ciddi miktarlarda rezervlere sahip olması da Arktik’in coğrafyayla ilişkilendiren değerini arttırmaktadır.
Arktik bölgesinin son dönemde uluslararası arenanın en önemli gündem konularından birisi haline gelmesindeki bir diğer önemli faktör, küresel ısınmanın sonucu olarak buzulların erimesiyle birlikte yeni suyollarının ortaya çıkmaya başlamasıdır. Bu bağlamda bölgeye ulaşımı ve insan yaşamını neredeyse imkânsız hale getiren Arktik’in iklimsel koşullarının değişmeye başlamasını, küresel ısınmanın insan yaşamını tehdit eden niteliğinin içerisinde fırsatları da barındırdığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla küresel iklim değişikliğinin neden olduğu etkilerin yakın zamandaki görünür hale gelmeye başlayan sonuçlarını Arktik coğrafyası özelinde fırsat-tehdit ikilemi olarak nitelendirmek mümkündür. Ancak iki olgu birbiriyle kıyaslandığında uluslararası sistemin önemli aktörlerinin göreceli olarak tehditlere nazaran fırsatlara daha fazla odaklandığı görülmektedir. Yüksek Kuzey’in, özellikle yeni milenyumdan itibaren zengin yer altı kaynakları ve alternatif su yollarının sağlayacağı ekonomik ve ticari potansiyelle gündeme gelmesi bunun göstergelerindendir. Bu bağlamda küresel iklim değişikliğinin ortaya çıkışı, bölgedeki önemli limanlara erişilebilirliğin nispeten daha kolaylaşmasıyla birlikte yeni taşımacılık yollarının kullanılabilir hale gelmeye başlaması gibi bir dizi değişikliğe neden olmaktadır. Bu doğrultuda deniz yollarıyla birlikte yeni limanların inşa edilmesi ve mevcut durumdakilerin de restorasyonu, siyasi ve askeri çıkarları tetikleyerek bölgeyi jeopolitik rekabet alanı olarak değerlendirilmesini kaçınılmaz hale getirmektedir. Dolayısıyla geleneksel olarak işbirliği ve düşük gerilim ile karakterize edilen Arktik’in bu niteliğinin son dönemde değişmeye başladığını ifade etmek mümkündür. ABD Kongre Araştırma Servisi (CRS) tarafından yayımlanan bir raporda, hala önemli bir işbirliği olmasına rağmen, bölgenin giderek ABD, Çin ve Rusya arasında jeopolitik rekabet alanı olarak görülmeye başladığı şeklindeki ifadeleri bunun göstergelerindendir.
Arktik bölgesinin önemli hale gelmeye başlamasıyla orantılı şekilde konuyla ilişkili çalışmaların sayısında da ciddi miktarda artış görülmektedir. Buna karşın çalışmaların önemli bir bölümünün istenen düzeyde olmadığını ifade etmek mümkündür. Arktik’le ilişkili öngörülerin doğrulanmış bilgi olarak kabul edilmesi ve terminolojik açıdan farklı anlamları ifade eden birtakım kavramların birbiri yerine kullanılması gibi yanlışlıklar bu durumda önemli ölçüde etkilidir. Literatürde önemli bir sorun olarak ele alınması gereken söz konusu yanlışların çalışmaların kalitesini olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdır. Dolayısıyla yaygın olarak karşılaşılan yanlışların göz önüne alınarak konunun ele alınması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda Arktik’in enerji bağlamında gelecekteki niteliğine ilişkin analizlerin söz konusu faktörler göz önüne alınarak yapılması gerekmektedir. Güncel gelişmelerin bu kapsamda yol gösterici olacağına inanılmaktadır.
Rusya’nın Arktik bölgesindeki enerjiyle ilişkili girişimlerinin genel çerçevesi “2035 Yılına Kadar Arktik’teki Rusya Federasyonu Devlet Politikasının Temel İlkeleri“ başlıklı yayımlamış olduğu resmi strateji belgesinde açıkça ifade edilmektedir. Belgenin içeriği doğrultusunda Moskova’nın Arktik coğrafyasındaki enerjiyle ilişkili girişimlerinde bölgenin zengin durumdaki doğal gaz kaynaklarının geliştirilmesine öncelik verildiğini söyleyebiliriz. “2035 Yılına Kadar Arktik’teki Rusya Federasyonu Devlet Politikasının Temel İlkeleri“ belgesindeki “önümüzdeki on beş yıl boyunca Rus Arktik bölgesindeki hidrokarbonların çıkarımını genişletmeye ve çıkarılan hidrokarbonların küresel pazarlara dağıtımının geliştirilmesine yönelik faaliyetlere odaklanılmıştır“ şeklindeki ifadeler bunun göstergelerindendir.
Rusya’nın Arktik kapsamındaki enerji faaliyetleriyle ilişkili olarak iki coğrafya ön plana çıkmaktadır. Söz konusu coğrafyaların ABD Jeoloji Derneği’nin (USGS) açıklamış olduğu veriler göz önüne alındığında Yamal ve Gydan yarımadaları olduğu görülmektedir. Çünkü USGS’ye göre Rus Arktik bölgesinde çoğunluğu Yamal ve Gydan yarımadalarında yoğunlaşan 35,7 milyar metreküpten fazla doğal gaz ve 2,3 milyon tondan fazla petrol ve kondensat bulunmaktadır. Öyle ki bu bölgede yer alan rezervlerin aktif hale getirilmesi Rusya’nın toplam petrol üretiminin yaklaşık yüzde 14,1’inin, doğal gaz üretiminin ise yaklaşık yüzde 80,6’sının Arktik’ten sağlanması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda bölgedeki enerji faaliyetlerinin ilk olarak petrol çerçevesinde yürütüldüğüne tanıklık edilmektedir. 1990’lı yıllara dayanan petrol faaliyetleri kapsamında Rusya’nın birçok uluslararası enerji şirketiyle yapmış olduğu anlaşmalar çerçevesinde girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Bu doğrultuda ConocoPhillips, Total ve Norsk Hydro gibi uluslararası şirketlerinin bölgede Rusya’yla birlikte petrol faaliyetleri gerçekleştirdiğini ifade etmek mümkündür. Üretilen petrol miktarı ise toplamda 100 milyon tonun üzerindedir. 2021 yılı üçüncü çeyreğinde petrol üretimi ise günlük 3,93 milyon varil olarak gerçekleştirilmiştir. Günümüz itibariyle de sadece Rosneft tarafından bölgede yürütülen petrolle ilişkili projeler için verilen lisansların elli beş farklı sahayı kapsayacak şekilde genişleyerek devam ettirildiğini ifade etmek mümkündür.
Arktik coğrafyasında enerjiyle ilişkili olarak Rusya’nın girişimleri sadece petrole yönelik faaliyetlerle sınırlı değildir. Dolayısıyla Rusya’nın doğal gaz konusunda da bölgenin sahip olduğu potansiyeli kendi lehine kullanmaya yönelik girişimlerde bulunduğunu ifade etmek mümkündür. Öyle ki doğal gaz kapsamındaki faaliyetlere özellikle 2000’li yılların başından itibaren petrole kıyasla daha fazla önem verildiği görülmektedir. Gerek dönemin şartları gerekse Rusya’nın uluslararası arenada elde ettiği avantajların doğal gazın ön plana çıkmaya başlamasında önemli ölçüde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Doğal gazın küresel çapta her geçen gün artan tüketimi ve Rusya’nın dış politika araçlarından birisi haline gelmesini bu kapsamda ele almak mümkündür. Ama yine de dönemin şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan doğal gazla ilişkili gelişmeleri başlıca dinamik olarak nitelendirebiliriz.
Arktik coğrafyasının özellikle son 15 yıllık dönemden bu yana önemli ölçüde jeostratejik açıdan ön plana çıkmaya başladığı görülmektedir. Yüksek Kuzey’in çeşitli nedenlerle açıklayabileceğimiz önemindeki artışta iki başlığın diğerlerine kıyasla daha ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz bu başlıklar bölgenin stratejik enerji kaynakları bağlamındaki varlığı kanıtlanan rezervlerle birlikte iklim değişikliğinin bir sonucu olarak kullanılabilir hale gelmeye başlayan yeni deniz ticaret güzergâh ve yollarıdır. Dolayısıyla Arktik’in yeni dönemin jeopolitik oyunun satranç tahtası haline gelmesini bu iki unsur temelinde ele almak mümkündür.
Makalenin tamamını okumak için tıklayın