Hasan Erçakıca
Tarihçiler bu zamanları nasıl anlatmayı tercih edecekler bilmiyorum ama kanımca bu çağı “lafazanlık çağı” olarak anmaları, olayları açıklarken “lafazanlık ve lafazanlıkla iş görme” esası üzerinden anlamlandırmaya çalışmaları yerinde olacaktır.
Bugünlerde KKTC’de, gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayan ve olması olasılığı da gayet düşük bulunan söylemler her tarafı sardı. Kimisi KKTC’yi tanıtıyor; kimisi Rusya’dan Ercan’a uçak konduruyor; kimisi beş uçaklık hava yolu kuruyor. “KKTC dünkü KKTC değil” diyerek bizi uçurmaya kalkışanlar da yok değil tabii… “Erdoğan’ın çağrısı dönüm noktası” veya “tarihidir” diyenlerden ise geçilmiyor. Bizim gibi kimi “aptallar” ise, bu “tarihi sahnede” figüran olarak bile olsa bir rol kapıp kendini nasıl “ölümsüzleştireceğini” düşünmek yerine, Erdoğan’da kusur bulmaya veya kendi milletimizi küçük düşürmeye çalışıyor!
Elbette yaşadıklarımız TV ekranlarından gördüklerimiz veya tarafı belli yayın organlarından okuduklarımızla sınırlı değildir:
BM kürsüsünden konuşan Türkiye Cumhurbaşkanı bütün dünyaya KKTC’yi tanıma çağrısı yaptı ama hiçbir devlet başkanı buna olumlu bir yanıt vermedi. Türkiye kamuoyu bunun ne anlama gittiğini anladı mı emin değilim ama bu çağrının KKTC kamuoyunda çatışmalara neden olduğunu söyleyebilirim. 3-5 gün sonra unutulup gideceğinden ise neredeyse eminim.
Rusya’dan kalkacak uçakların doğrudan Ercan’a ineceği safsatasına ise kimse inanmamış görünüyor. Ulaştırma Bakanı bile konunun basında yer almasından şikayetçi oldu. Basında yer alan haberlerden sonra Rum tarafının bunu engelleyebileceğini açıkladı. Sanırım “hayalet uçak” kullanılacaktı ama basın mensupları planlarını bozmuş oldular!
KKTC’nin beş uçaklık yeni “milli havayolu” olacağı hikayesi hâlâ güncelliğini koruyor. Herhalde birileri, bu proje ile çeşitli avantajlar elde etmeye çalışıyor; yakında onun da kokusu çıkacaktır.
Bu arada KKTC’de hükümetin aldığı her karar, mahkemelerden dönüyor. Belediye seçimlerinin Anayasa’ya aykırı olarak ertelenmesi ciddi bir “yetkisizlik” tartışmasına neden oldu; Anayasa Mahkemesi bu konudaki yasayı iptal etti; 27 Kasım’da yapılması düşünülen yerel yönetim organları seçimleri şimdilik 25 Aralık’a kaldı.
KKTC’ye akın eden yabancıların yılda 10 bin konut aldığı ama bunların neredeyse tümünün yasal izinlere sahip olmadığı biliniyor. Hükümet üyeleri ve emlakçılar aynı şeyi söylüyor ama bu karmaşanın nasıl düzeltilebileceği henüz netleşmiş değil. Hazırlanan plan ve emirnameler mahkemelere takılıyor.
Okullar açıldı ama pek çok sınıfta dersler başlayamadı. Başlasa ne olacak sanki? Yarım günlük okuldan sonra çocuklar dershanelere koşacak; aileler kazançlarının çoğunu yine çocuklarının eğitimi için harcamak zorunda kalacak.
En büyük hastanenin başhekimi, randevularının dolduğunu açıkladı ve hastalardan sağlıkları için “sabretmelerini” istedi.
Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu’nun akaryakıt ihtiyacını karşılamak için açılan ihaleler, çıkar çatışmaları nedeniyle aylardan beri sonuçlandırılamıyor.
Pahalılığı anlatmaya bile gerek yok. Eskiden, döviz kurları yükselmeye başladığı zaman hükümet de dahil olmak üzere herkesi bir telaş alır, ne yapılabileceği konusu en azından tartışılmaya başlanırdı. Şimdi döviz kurları sadece borçlu kişileri ilgilendiren bir sorun olarak görülüyor; herkes kaderine razı olmuş durumdadır.
Son kamuoyu yoklamalarından biri, KKTC’deki gençlerin en az üçte birinin göç etmek eğiliminde olduğunu ortaya koydu; göçün örnekleri gazetelere haber olmaya başladı. Meslek sahibi, aile kurmuş gençler, çocuklarını da sırtlanarak başka ülkelere doğru yol alıyorlar.
Bunları konuşması gereken KKTC’de, “KKTC, eski KKTC değil” diye sahte bir gururlanma yaşayan ve bunu başkalarına da aşılamaya kalkışan milletvekillerinin varlığı göz kamaştırıyor tabii… Keşke bir de onlar gibi olabilseydik!
Ben tarihçilere sormak istiyorum: Böyle bir çağı “lafazanlık çağı” olarak nitelemek çok mu yanlış olur?
Fotoğraf: KKTC’den göç etmeye karar veren sendikacı Ömer Naşit ve ailesi.