Togan Gökbakar’ın yönetip senaryosunu Şahan Gökbakar ile birlikte yazdığı, başrollerinde Şahan Gökbakar, Öznur Serçeler ve Nurullah Çelebi’nin oynadığı Recep İvedik yarın (cuma) günü Disney+’ta yayınlanacak. Recep İvedik serisinin beşinci filmiyle ilgili olarak Buket Başer’in 2018 yılında Medya Günlüğü’nde kaleme aldığı yazı:
Benim 1 numara, geçen hafta sonu tutturdu Recep İvedik’e gidelim diye. Daha önce hiçbir Recep İvedik filmini seyretmemişti, neye benzediğini bile bilmiyordu. Belli ki sınıf arkadaşlarından duydu. Pazartesi hepsi Recep İvedik konuşacak, bizimki de bu muhabbetten geri kalmak istemeyecekti. İnternete girdim, baktım yaş sınırı 7, “tamam” dedim “seyret bakalım”. Bu defa 2 numara da tutturdu ben de geleceğim diye. 2 numara 2010 doğumlu, yılı tutuyor, nasılsa doğum ayına bakmazlar diye ona da “tamam” dedim ve üçümüz sinemanın yolunu tuttuk.
Sinemadaki neredeyse tüm salonlar Recep İvedik’e ayrılmıştı. Üstelik tüm koltuklar da satılmıştı. İlk defa bir salona girerken kuyrukta beklemek zorunda kaldım. Şaştım kaldım bu duruma. Tevekkeli değil Martin Scorsese’ın “Silence” filmi salon kalmaması nedeniyle vizyona girememiş, ertelenmişti. Bu haberi okuduğumda durumu “rezalet” olarak değerlendirenlerden biriydim. Zaten hayatımda hiç Recep İvedik filmi seyretmemiştim, ne sinemada ne televizyonda ne de bilgisayarda.
Sinemaya girdik. 2006, 2010 ve 1974 doğumlu “X” ve “Z” kuşağı olan biz, aynı filmi seyretmek için aklınıza gelebilecek her türlü abur cuburu alarak yan yana oturduk koltuklarımıza. Film başladı. Recep İvedik kocaman göbeğini sallaya salaya seyircilere doğru koşuyor, sadece yavaşlatılmış çekim koşuyor ve benimkiler kahkahayla gülüyor, o kadar gülüyor ki benim 2 numara koltuktan düşüyor. Ne kadar muhteşem, ne kadar eşsiz bir şeydir koltuktan düşecek kadar gülmek. En son ne zaman kahkaha atmaktan karnınıza ağrılar girdi hatırlıyor musunuz? Ya da hayatınız boyunca gülmekten kıvrandığınız anlar var mıdır anı defterinizde? Çıkartın o defteri, okuyun yeniden, hatırlayın o anınızı lütfen. Umarım yıllar öncesinde kalmamıştır…
Dönelim Recep İvedik filminin konusuna…Evet, filmin bir konusu var elbet. Recep İvedik, genç sporculardan oluşan Türk Milli Takımını uluslararası bir atletizm müsabakasına götürür. Bu seyahat sırasında zehirlenen erkek sporcuların yerine kamyon şoförü arkadaşlarını çağırır ve müsabakalar başlar.
Bu uluslararası müsabaka Makedonya’nın başkenti Üsküp’te geçiyor. Şu şansa bakın ki gezenlerin 1980’lerin İstanbul’una benzettiği Üsküp’ün fotoğrafları sadece birkaç hafta önce “Medya Günlüğü”nde yayınlanmış ve benim ilgimi çekmişti. Recep İvedik, müsabaka Makedonya-Üsküp’te deyince birden koltuğumda daha dik oturup pür dikkat filmi izlemeye başladım.
1392 yılında Osmanlı himayesine girmiş ve 500 yıldan daha uzun bir süre topraklarımız arasında kalmış bir şehir olan Üsküp’ten filmde “Ecdadımızın 600 yıl hüküm sürdüğü bu topraklarda…”diye böbürlenerek bahsediliyordu. Bak sen Recep İvedik’e? İnceden inceye milliyetçi duyguları da kamçılamaya başladı iyi mi?
Rakiplerimiz başta Rusya ve Yunanistan olmak üzere Çin, Ukrayna vb. Filmin bir sahnesinde Çinli bir rakiple Recep İvedik kapışıyorlar. Bizimki diyor ki “Çinli ise Çinli, ne yapalım yani? Biz de Orta Asyalıyız, Türk’üz biz Türk! ” Hımm ilginç, köklerimiz hakkında bilgi de sıkıştırdı araya, kamçılamaya devam ediyor….
Sonra bir gece yarışmaya katılan tüm ülkelerin yöresel yemekleri sunması gerekiyor. Hah harika! Benim ilgi alanıma giren bir konu daha, yöresel yemekler! Bizimki bir kuzu pişirtip sahneye çıkıyor. Birinci tabakta kelle var, gözleri hâlâ üzerinde, ballandıra ballandıra anlatıyor, ikinci tabakta ise beyin ve son tabakta ise kokoreç. Detaylıca anlatıyor bağırsağın makata kadarki hikâyesini, temizliğini. Anlattığı hakem baygınlık geçirmek üzere, ağzına zorla tıkıveriyor dolamayı. Ben de koyveriyorum kendimi artık başlıyorum gülmeye. Sonra Yunanlılar çıkıyor başlıyor saymaya; musakka, dolmadaki, caciki, böreki, baklavaki, kadayif vb. Bizim Recep sinirlenip sahneye atlıyor o yemekler bizim diye. Eh haklı adam, sadece kahve yüzünden bile Yunanlılarla kavga edildiğine şahit olmuştum. Bir gün bir Yunan feribotuyla İtalya’dan Yunanistan’ a geçiyoruz, bizim ekip Türk kahvesi istedi Yunanlı garsondan. İstemez olaydı! Adam dedi ki: “Türk kahvesi değil, Yunan kahvesi!” Bizimkiler sinirlendi “Hayır efendim, bu kahve Türk kahvesi!” Bizimkiler “Türk” dedikçe adam “Yunan” diyor, ortam gerildikçe geriliyor. Sonunda garson pes etti ve bize bir kahve getirdi ama içinden ne çıkacağını bilemediğimden, ben içmeye cesaret edememiştim!
Ve filmde müsabaka başladı. Bizimkiler Mehter Marşı’yla girdi müsabakaların yapılacağı stada. Yine milliyetçi duygulara kamçı…Sonra belden aşağıya sıkı espriler. Benim çocukların kelime hazinesi hayli genişledi. Peki ya ben? Ahhh sormayın, filmin bir noktasından sonra salondaki beyefendilerin bile ayıp olur diye gülmeye çekindikleri yerlerde benim kahkahalarım salonu çınlattı. Yanımda oturan 2 numara ” anne, ben anlamadım, neden gülüyorsun? ” diye sorduğunda “oğlum babana sor” deyip gülmeye devam ettim.
Filmin sonunda tabii ki Türkler tüm altın madalyaları toparlıyor. Fonda dokunaklı bir müzik, Recep İvedik’in gözler dolu dolu ve hafif kızarmış, 1 saattir yaptığı tüm saçmalıklar geride kalmış, Türkiye’yi şampiyon yapmanın, Türk olmanın gururunu hissettirerek… Salonda sessizlik…
Her ne kadar siyasetle pek haşır haşır neşir olmasam da, içimden dedim ki Şahan Gökbakar’ı yanına alan parti kazanır. Önceki filmi 24 günde, 6 milyon kişi tarafından sinemada seyredilmiş. Herhalde 30-40 milyon da evde seyretmiştir. Düşünsenize hasılat rekorları kıran bu filmin içine atılan tüm mesajlar bilinçaltından milyonlara gönderilecek..
Neyse ne, itiraf ettim işte, ben de güldüm filmde, hatta deşarj oldum. Filmin üzerine tavuk kanat yemeğe de gidince, benim 2 numara bugüne kadar geçirdiği en güzel gün olduğunu söyledi. Pek hoşuma gitti.
“Gülmek, fırtınalı gökte doğan bir gökkuşağına benzer” diye güzel bir söz var. Yaşadığımız bu fırtınalı günlerde Polyanna gibi dolaşmak elbette olası değil ama arada bir gökkuşağını görsek fena olmayacak. En nihayetinde bu bizim elimizde, aslında sorunlarımızı yaratan diğer insanlar ya da dış dünya değil, kendi zihnimiz değil midir?
Sevgiyle kalın,