Emre Dilek
Maalesef gündemimiz yine insanlığa tarih boyunca tarifsiz acılar yaşatmış olan savaş. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ile küçük ve sınırlı bir ölçekte olacağı düşünülen harekat başkent Kyiv’in (Kie) de dahil olduğu ciddi bir sıcak savaşa dönüştü.
Bazen güncel olaylar ve detaylar arasında temel sebep sonuç ilişkileri kaçırabiliyoruz ya da güncelin çerçevesine sıkışmış şekilde yorumlayıp analiz ediyoruz. Ben biraz temel uluslararası prensip ve teoriler çerçevesinde Rusya’nın Ukrayna konusundaki stratejisini analiz etmeye çalışacağım. Uluslararası çatışmalar incelenirken 3 seviyeli bir sebep sonuç ilişkisi kurmak analizi daha sağlam temellere oturtur. Bunlar; Tetikleyici sebep, Yüzeysel sebep ve Derin sebep olarak sıralanabilir. Mesela daha iyi anlaşılsın diye 2. Dünya Savaşını kabaca model alırsak, Tetikleyici sebep olarak Polonya askerlerinin Alman sınırına ateş açması, Yüzeysel sebep ekonomik buhran ve Nazizm’in yükselişi, derin sebep ise 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya’ya getirilen ağır şartların ekonomik daha da önemlisi milli gurur konusunda yarattığı travma olarak sıralanabilir.
Bugün bu güncel savaş için benzer bir analiz yaptığımızda ben tetikleyici sebebin Ukrayna’nın NATO’ya alınabilme görüşmeleri, yüzeysel sebebin Donbass bölgesinde uzun zamandır var olan etnik sorun ve Kırım ilhakı konusu, derin sebep olarak ki bu yazının temel konusudur, “Putin’in maçı kendi sahasında oynama isteği” diye temellendirebiliriz. Böyle ifade edince belki kolay anlaşılır olmadı, o yüzden detaylı olarak ne demek istediğimi anlatacağım.
Uluslararası ilişkiler disiplinini şekillendiren kendi içinde varyasyonları olsa da temelde 2 teorik model vardır. Realizm ve Liberalizm. Realizm Teorisi Thucydides, Machiavelli ve Thomas Hobbes’a kadar dayandırılabilir. Buna göre devletler üniter yapılardır. Ulus devletler uluslararası arenanın başlıca aktörleridir ve sürekli olarak kendi çıkarları çerçevesinde şekillenen dış politikalar ile birbirleri ile çetin bir rekabet halinde bulunurlar. Bu çıkarlar temelde kendi güvenliğini sürdürmek, güçlendirmek yani güçlü egemen bir devlet olarak varlığını sürdürmek olarak belirir. Bunların neticesinde devletin gücü de askeri, ekonomik ve politik yeteneklerle belirlenir. Özet olarak güvenlik politikaları temelinde özellikle askeri alanda silahlanma yarışı ile rekabet halindeki ulus devletler birbirlerine karşı güç dengesini kendi lehine çevirmeye çalışırlar. Uluslararası ilişkiler disiplininin ilk amacı savaşları engellemektir ve Realist Teori bu silahlanma neticesinde olası bir savaşın yıkımının her iki taraf içinde çok büyük olacağı sebebi ile kimsenin savaşmaya cesaret edemeyeceğini temel alır.
Gelelim Liberal Teoriye… Bu teori de devletin uluslararası ilişkilerdeki rolünü ve ağırlığı kabul etmekle birlikte onu uluslararası sistemde tek aktör olarak görmezler. Uluslararası sistemde devletlerin yanı sıra uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları gibi devlet dışı diğer aktörler de rol oynarlar ve bu devlet dışı aktörler ülkeler arasında iş birliğini arttırıcı bir unsur olarak görülürler. Anarşi yerine uluslararası düzen, uluslararası ortak normlar devlet dışı aktörler sayesinde evrensel ahlakı tesis etmeye yönelik bir iş birliğine dönüşebilir. Uluslararası ilişkiler devlet merkezcilikten kurtuldukça uluslararası toplumun yapısı da doğası da işleyişi de iş birliğine yönelik olarak değişecektir. Bu da devletlerin tek başlarına değil, ortak çıkarları için birlikte hareket etme refleksini ortaya çıkarır. Avrupa topluluğu liberal görüş üzerine şekillenmiş bir oluşumdur. Üye ülkeler arasında sınırların kalkması, serbest dolaşım, öğrenci değişim programları, ticaret örgütlenmeleri, turizm hareketleri vs. gibi olgular devlet dışı aktörleri de ulusların birbirleri ile olan ilişkilerini belirleyen ana unsurlar olarak sahaya çeker. Sonuç olarak Liberal teorinin savaş ile ilgili amacını özetlersek, Devlet dışı aktörlerin serbestçe birbirleri ile kuracağı ilişkiler refah ve özgürlük seviyesini arttıracağı, ulusların vatandaşlarının birbirleri ile daha entegre olacağını düşünerek bu insanların olası bir savaşta kaybedecek çok şeyleri olacağı için savaşı tercih etmeyeceklerini söyleyebiliriz.
Avrupa Birliği’nin Sovyetlerden dağıldıktan sonraki dönemde üye olan Doğu Avrupa ülkelerine baktığımızda bu genişlemenin Liberal düşünce temelinde olduğu ve bu ülkelerin bu sisteme gayet iyi entegre olduğunu görebiliriz. Bu yaklaşım daha doğuya doğru ilerledikçe Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi ülkelerin de olası AB üyeliği tartışılmaktadır.
Yani Liberal düşünce yapısı saf kazanmakta. Rusya gibi totaliter rejimlerin bölgede bu temelde rekabet etme şansı bulunmadığını düşünüyorum. Rusya Realist yaklaşımla şekillendirdiği dış politikasını yani güçlü olduğunu düşündüğü (nükleer silah stoklarını da düşünelim) alanda sürdürmek ve hinterlandında alan kaybetmek istememektedir.
Ukrayna işgali ya da savaşı her ne şekilde isimlendirirsek yukarıda da belirttiğim gibi “Putin’in maçı kendi sahasında oynama” stratejisidir, yani dış politik konjonktürü Realist; güvenlik bazlı politikalar ekseninde şekillendirecek hamleler yaparak oyunun kurallarını kendi avantajlı olduğunu düşündüğü alana çekmek istemektedir. Bunda da başarılı olduğunu düşünüyorum. Yıllar sonra ilk defa birçok Avrupa ülkesi Rusya’ya karşı Ukrayna’ya açıktan silah yardımı yapmaya, Rusya’ya sınır olan İskandinav ülkelerinin NATO üyeliklerinin güncel olarak konuşulmaya başlamasına sebep oldu.
Kısa zaman önce bölgede yine totaliter rejimlere sahip olan Kazakistan ve Belarus’ta bazı halk hareketleri yaşandı ve Rusya’nın da müdahalesi ve desteği ile yatıştırıldı. Uluslararası toplumun yaptırımları ve savaş durumu Rusya’nın aleyhine gelişen bir evreye dönüşür ise şayet bu bahsettiğim ülkelerdeki olası halk hareketlerine müdahale edecek güçte ve kararlılıkta olamayabilir. Sonuç olarak bölgede orta ve uzun vadede bir “Avrasya Baharı” yaşanması olasılığı yüksek diye düşünüyorum.
Fotoğraf: Belarus’ta 2020-2021 arası yaşanan hükümet karşıtı eylem.