Mehti Deniz
Hayatım boyunca haksızlık ve adaletsizlik için savaşmayı prensip edinmiş biriyim. Şu anda çalışmış olduğum bir sosyal medya devi firmada dahi adaletsizlikler ve hataların düzeltilmesi için çabalayan biriyim. Adeta Adalet adlı prensesi için yel değirmenleri ile mücadele eden bir Don Kişot misali. Neden bu açıklamayı yapma gereği duyduğumu yazımın devamında çok daha iyi anlayacaksınız…
Bizim zamanımızda yağ tüp şeker kuyrukları vardı
Çalışmış olduğum şirkette sosyal medyaya lanse edilen video ve yorumları işim gereği takip etmek zorundayım. Genellikle AKP seçmen ve yandaşlarının özellikle 1970’ler VE 80’leri görmüş kesimİ her seferinde ne dense bu savunma sloganına sarılıyor. Lakin bir Y kuşağı olarak (1981-1999 arası 1982 doğumluyum) ne yazık ki doğduğum ve büyüdüğüm coğrafyadan dolayı bunları da yaşamadım ama tarih artık dilden dile destan ve masallarla anlatılmaktan vazgeçileli kimine göre 5500 yıl kime göre 7500 yıl oldu. Dolayısı ile kayıt ediliyor ve nesiler sonrasına aktarılabiliyor. Krallıklar ve imparatorluklarla yönetilmediğimiz son 100 yıldır da tarihi belgelerin çarpıtılmasında söz konusu değil. Demem o ki, o dönemden hepimiz haberdarız. Yaşananlara vakıf bir nesiliz, bizden sonra gelen Z kuşağı (2000-2025) bizden de zeki ve bilgili. Malumuz üzere hepsi teknoloji çağında doğmuş ve hepimizden çok daha iyi adapte olmuş ve yaşadıkları çağın nimetlerinden faydalanmaktadırlar. Sözü uzatmadan asıl konuya değineyim.
Hani biz yağ, şeker tüp kuyruğu bilmezdik? Herhalde AKP iktidarı da bunu fark etmiş olacak ki tüp olmasa da (artık hepimizin evinde doğal gaz tesisatı mevcut) sıvı yağ ve şeker kuyruklarını bize yaşatma gereği duydu.
Düne kadar kendi kendine yeten bir toplum olan bizler, yanlış kalkınma ve tarım politikaları yüzünden çoğu tarım maddesi artık yurt dışından tedarik ediliyor. Benim özellikle bu tarz tarım politikaları yönünden hayran olduğum bir ülke var Hollanda, kısaca bahsedeyim.
Hollanda malumuz üzere deniz seviyesi altında bir ülke şayet o meşhur yel değirmenleri ve kanal sistemi olmasa ülke sular altında kalacak. Lakin ülke o kadar organize ve planlı bir tarım sistemine geçmiş ve yıllar içerisinde mükemmelleştirmiş ki bugün çoğu tarım ürününü ihraç etmekte. Organize tarım kooperatifleri kurarak bölgesel bazda tarım yapmakta. Şöyle ki; bizim Marmara bölgesini ele alalım bu gölgede sadece ay çekirdeği, iç Anadolu’da da sadece buğday yetiştirilsin ve teşviki yapılsın. Bu üreticilere devlet ziraat mühendisleri tarım kredileri ve teşvik fonları sağlasın. Hayali bile güzel değil mi?
Ne yazık ki bizim bu tarz politikalara zaman ayıracak daha doğrusu kafa yoracak bir tarım bakanımız yok. O yüzden şimdi sorsam yeridir herhalde o malum kişilere; “Hani yağ kuyruğu şeker kuyruğu görmemiştik?”
***
Ukrayna da mı işgal edilmeliydi NATO ve ABD’ye bir şey anlatmak için?
Son haftalarda gündem Ukrayna-Rusya savaşı, peki neden çıktı? Meşhur bir şehir efsanesidir dillere dolanan “Rusya, Ukrayna ve Belarus’u aynı milletten saydığı için kendi toprakları görüyor oraları da”. Ailemin uzun yıllar o coğrafya ile ticaret yapmasından dolayı özelikle Rus halkını ve Putin’in siyasi düşüncesine hâkim bir ortamda yetiştim. Ayrıca eski bir Doğu Bloğu ülkesi, Bulgaristan kökenli olmanın da bir artısı vardı.
Aslında o coğrafya ile bir şekilde bir etkileşimde olan kesim bilir. Rusya kendi sınırları etrafında bir NATO ülkesi istemiyor. Bunu açıkça Gürcistan’ın NATO başvuru sürecinde “Pankisi Vadisi”ni bahane ederek ve ayrılıkçıları gizliden cesaretlendirerek işgal etmek için kullanmasından öğrendik. Ukrayna konusu cidden Ruslar için hassas konuydu ne zaman ki Ukrayna Viktor Yuşçenko’yu “Turuncu Devrim” ile başa getirdi, o zamandan bugüne Kremlin ile Kiev arası zaman zaman aşırı gergin dönemler geçirdi. Hatta en son Kremlin yanlısı Viktor Yanukoviç Ukrayna parlamentosu tarafından cumhurbaşkanlığı görevinden alındıktan sonra, Ukrayna’nın Batı’ya yönelerek daha çok Avrupa Birliği’ne yakınlaşması sonucu Kırım yarımadasını kaybetmek istemeyen Rusya halkı cesaretlendirmiş ve referandumda Rusya Federasyonu’na bağlanma kararı çıkmasını sağlamıştır. Bu durum Kırım yarımadasının jeopolitik konumu ve Rusya’nın Karadeniz deki gücü elinde tutmak istemesinin sonucudur.
Olayların özüne bakarsak Putin yönetimin ilk iktidara geldiği günden bu yana gerek ABD’ye gerek ise NATO’ya sürekli dile getirdikleri bir çekinceleri mevcut. Kendi sınırları yakınında herhangi bir füze sistemi istemedikleri yönünde. Haklı olarak kendi ülkelerinin güvenliğini düşünmekteler. Zira bizim de Irak ya da Suriye sınırlarımızın yakınına füze sistemleri kurulsa biz de kendi ülkemizi savunmak isteyeceğiz. Zira Rusya, Ukrayna’nın NATO ile görüşmelere başladığından bu yana bu işgali planladığı atmış olduğu ekonomik ve politik adımlardan belli olmakta. 5 yıllık ambargoyu aşacak kadar döviz ve altın rezervi, Kırım referandumu ve dünyadaki yankısı. Bu yazdıklarımdan Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini ve bu savaşı savunduğum anlamı çıkmasın. Tarafsız bir bakış açısı ile olayları yorumluyorum.
Tabiri caiz ise durum adeta “filler tepişir çimenler ezilir” durumu.
***
Kaşıkla verdiler kepçe ile geri alıyorlar
Hatırlarsınız Enerji Bakanımızın bir açıklaması vardı, “Dünyanın en ucuz akaryakıtını kullanıyoruz” diye. Alım gücüne göre değil döviz-Türk lirası karşılaştırması yapıyordu TV’de. Herhalde bizim Avrupalıdan neyimiz eksik diye düşündü ki son zamlar ile 20 TL’nin üzerine çıktı akar yakıt fiyatları. E, asgari ücretliden vergiyi kaldırdık, temel gıdada KDV’yi %1 yaptık, açığın bir yerden kapatılması gerek. Tuhaftır, yüzü gülen maaşlı işçinin bir anda bu indirimler en büyük kâbusu oldu. Araban var arabanı kullanamıyorsun. Onu da geçtim, Toplu taşıma ücretleri de zamlandı. Sonuçta toplu taşıma araçları su ile çalışmıyor. Yetmiyormuş gibi astronomik faturalar. Neye göre, kime göre yeni tüketim tarifesi? Ama en komiği de market fişinde KDV kısmı %1 fiyat kısmı aynı.
Bu işte sanki biraz tuhaflık var gibi. Birileri durumu fırsata çevirirken, birileri daha da ezilmeye başladı. Yapılması gereken yanlış yapılınca, olan yine o 3-5 kuruşla ayı çıkartmak zorunda kalan emekçiye oldu.
Şöyle bir soru geliyor bu durumda insanın aklına: Bu devletin tek gelirini asgari ücretlinin ödediği vergi mi oluşturuyordu?
Tuhaf ama evet ne yazık ki. Ülkemizde gerçek vergi beyanı gibi bir alışkanlığımız ne yazık ki olmadığından çoğu işveren kâr zannederek işçiyi asgari ücret üzerinden SGK’ya bildirir, o ücret fazlasını da elden takdim eder. Bu durum kurumsallaşmış ve yabancı sermayeli firmalar dışında bu şekildedir. Kabaca bir tahmin ile ülkenin %70 (+-5) çalışanı asgari ücret üzerinden SGK’ya beyan edilmekte. Kalan kısım gerçek maaşları üzerinden.
Bu bilgi doğrultusunda siz hesap edin ülkenin ne kadarlık vergi kaybı mevcut. Çok gibi gözüküyor farkındayım. Ama şayet size verginin bile vergisini ödediğimiz bir ülkede olduğumu söylesem tuhaf kaçmaz mıydı? 0 km araç aldığımızda ödemiş olduğumuz o muazzam oranlı ÖTV’nin KDV si, her ay kullanmış olduğumuz GSM hattımız için ödediğimiz ÖTV öyle ve bu şekilde birçok kalemde.
Şimdi sormak gerekmez mi; bu kadar çok vergi ödeyen bizler neden halen bir maaşlarımızdan kestiğiniz vergiden feragat ettiğiniz için misli ile dolaylı yollar ile bu farkı ödüyoruz?
Biz para birimimizi dövize karşı koruyarak ülke içindeki alım gücünü güçlendirmedikçe bu yaşananlara maruz kalacağız gibi gözüküyor. Yanlış seçilmiş deneyimsiz kişilerin yanlış strateji ve politikalarının kurbanı olmaya devam edeceğiz gibi duruyor.
Uzun lafın kısası iyi ki bir maaşlardan vergi kesintisini kaldırdınız, o kesinti ile daha mutluyduk rahat yaşıyorduk.
Dip not: Ülke ekonomisi AKP ilk iktidara geldiği dönemdeki durumda, bir örnek ile çan grafiği düşünün.
***
Sanırım anlamışsınızdır neden ilk başta bu kadar kendimden bahsetme gereği duydum. Halen çalışmış olduğum kurumda eşitlik ve adil davranılması için uğraşıyorum (Firma yabancı yöneticiler Türk olunca yerel yönetim de Türk zihniyetinde). Öyle ki, üst yönetim toplantılarında ilgili birimlere konu aksedilirken; “Şu konuda bir mail geldi” değil de “Mehti’den yine bir mail geldi” diye oluyormuş!
Herkese sevgi ve saygılarımla,