Ufuk Güneş (tasam.org.tr)
1994’te Rusya Federasyonu (RF), ABD ve İngiltere ile imzaladığı Budapeşte Memorandumu’yla, Ukrayna’nın bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi, (meşru müdafaa ve BM Sözleşmesi’ndeki ilgili diğer şartlar dışında) Ukrayna’nın siyasi bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne karşı güç kullanmaktan kaçınmayı taahhüt etmiştir. Ukrayna-Rusya arasında 1997’de imzalanan Paylaşım Anlaşması çerçevesinde Moskova, Kiev’in Kırım üzerindeki hâkimiyetini kabul etmiştir.
RF’nin Ukrayna’ya yönelik olarak başlattığı askerî harekâtı, akdedilmiş ve yürürlükte olan ilgili düzenlemeler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu çerçevede, BM Güvenlik Konseyi’nin Daimi Üyesi olmak sıfatıyla, BM Şartına öncelikle kendisi uymak gibi bir rolü de bulunan RF’nin Ukrayna’ya yönelik askerî girişimi;
-BM Şartının 2.3. ve 2.4. maddelerine;
-Literatürde AGİT ilkeleri olarak yer bulan, Helsinki Nihai Senedi’nin I, II, III, IV, V, IX ve X. ilkelerine;
-1994 Budapeşte Memorandumu’nun 1, 2 ve 3. maddelerine aykırıdır.
RF Dışişleri Bakanı Lavrov, 10 Mart 2022 tarihinde Antalya’da Ukrayna tarafı ile gerçekleştirilen müzakerelerde düzenlenen basın toplantısında verdiği bir soruya yanıtında, AGİT 1999 İstanbul Belgesi ve 2010 Astana Belgelerine atıfta bulunmuştur.
Lavrov’un esasen atıfta bulunduğu husus, “AGİT üyelerinin hiçbirinin kendi güvenliği yararına diğer üye ya da üyelerin güvenliğini azaltmamasına“ dair ilkedir. RF bu ilkeyi 1990’lı yıllardan bu yana, birçok çok taraflı uluslararası toplantıda dile getirmektedir. Ancak, RF’nin dikkate getirdiği bu husus dışında; ülkelerin kendi güvenliklerini temin için özgür biçimde ittifaklara dâhil olabileceklerine dair de ilgili düzenlemelerde hükümler mevcuttur.
Bu çerçevede, hangi pakta, hangi uluslararası topluluğa ve/veya kuruluşa katılıp katılmayacağına karar verme yetkisi; uluslararası hukuk nezdinde bağımsız ve hükümran bir devlet olan Ukrayna’nın kendi seçimidir. SSCB, tarihteki diğer imparatorluklar gibi tarihe karışmıştır, selefleri tarafından kabul edilmiş olan bu durumu günümüz ve gelecekteki Rus yetkililerin de artık anlamaları ve ülke güvenliğine dair tedbirlerini eski yöntem olan doğrudan askerî güç kullanmak yerine, uluslararası hukuk kurallarına uygun yöntemlerle almaları gerekir.
Her halükârda, RF uluslararası hukuk kapsamında hükümran bir ülkenin topraklarına, uluslararası hukuk bağlamında geçerli ve sağlam bir gerekçesi olmadan, olası bir NATO genişlemesini bahane ederek ve “Ukrayna’nın Rus toprağı“ olduğu yönünde kendisine göre tarihî gerekçelerle silahlı kuvvetlerini sokmak suretiyle en temel hükümleri açık bir şekilde çiğnemiştir. Bu harekâtını, sadece kendi oluşturduğu ayrılıkçı bölgede değil Ukrayna’nın neredeyse tamamına yakın bölümüne yönelik başlatması ise saldırıyı tamamen uluslararası hukuk dışına taşımıştır.
RF’yi bu cesareti veren hususun ise Kırım’ı işgalinde karşı karşıya kaldığı tepkilerin, RF üzerinde caydırıcı etki sağlamaktan uzak kalması olduğu açıktır. Bu çerçevede, RF’nin Kırım’ı ilhakına karşın ekonomik tedbirler dışında kendisi üzerinde gerçekten caydırıcılık etkisi yaratacak daha ciddi birtakım önlemlerle karşılaşmamasından ve Avrupa’nın başta petrol ve doğal gaz olmak üzere ekonomik çıkarlar nedeniyle kendisine karşı çıkamayacağı inancından aldığı cesaretin, bugünkü gelişmelere yol açtığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, Batı’nın, RF’ye hammadde ve ekonomik bağımlılığını azaltmadan, RF saldırganlığını önlemek için atılacak adımların yeterli olmayacağını artık anlamış olması beklenir. Bu çerçevede, RF ile karşılıklı ithalat ve ihracatın azaltılarak, bağımlılıktan kurtulmak için gerekli adımların gecikmeden atılmasına ihtiyaç olduğu görülmektedir.
RF’nin, Ukrayna’nın işgalini başarması hâlinde, bunun RF ve ortakları açısından Batı’ya karşı gerek büyük bir moral üstünlük, gerekse stratejik açıdan oldukça önemli bir kazanım olacağı ve RF’nin sadece güvenliğine değil, Ukrayna’nın zengin kaynaklarıyla ekonomisine de katkı sağlayacağı aşikârdır.
RF, Ukrayna kıyılarını da kontrol ederek; Türkiye, Bulgaristan, Romanya gibi NATO ülkelerinin yanı sıra, Batı’ya yakın, Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkelerin sahildar olduğu, Moldova’nın ise Tuna nehri üzerinden çıkış sağladığı Karadeniz’de hâkimiyet alanını genişletmiş olacaktır Ayrıca;
– Ukrayna dışında tutmak suretiyle, NATO’ya karşı stratejik derinlik ve reaksiyon süresi kazandıracak bir tampon bölgenin kontrolünü ele geçirmiş,
-Batı desteğiyle, Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılmasının bir nevi rövanşını almış,
-Arka bahçesi olarak gördüğü diğer ülkelere ve komşu ülkelere gözdağı vermiş,
-Her ne kadar gerçekte hâlihazırda bölgesel güç düzeyindeyse de; bir nevi, dünya ligine, “süper güç“ olarak döndüğünü ilan etmiş olacaktır.
RF’nin başarılı olması, Batı ve ABD için ise öncelikle bir yenilgi, sonra Ukrayna’nın Batı cephesinde yer almasıyla sağlanacak ekonomik kayıplarla birlikte, önemli bir zemin, prestij ve stratejik üstünlük sağlama imkânının yitirilmesi olacaktır.
Bir nevi soğuk savaş yıllarına ve silahlanma yarışına dönüş durumu yaşanacaktır. Avrupa’da, ABD’nin sağlamaya çalıştığı güç dengesi RF lehine değişecektir. Yüksek olasılıkla, NATO ve AB ülkelerinden gelecek taleplerle, ABD istediği takdirde, Soğuk Savaş yıllarında olduğu üzere Avrupa’da daha fazla güç bulunduracaktır, silah ticareti artacak, son yıllarda zaten artmış olan silahlanma yarışı hızlanarak sürecektir.
Nitekim NATO, hâlihazırdaki gelişmeler çerçevesinde doğu kanadındaki güçlerini takviye etmeye başlamıştır. NATO’nun bu bölgede önlemlerini daha da artıracağı 24 Mart 2022 tarihinde düzenlenen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Olağanüstü Zirve Bildirisi’nde yer almıştır. NATO’nun son olarak 2010 yılında Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen Stratejik Konsept Belgesi güncellenerek, Haziran 2022’de Madrid’de yapılacak Zirve’de kabul edilecektir. Yeni belge tabiatıyla, Ukrayna bağlamındaki gelişmelere göre yeni ya da ilave tedbirler içerecektir.
Suriye’de yaşananları göremeyen ya da görmek istemeyen Batı için, RF-Ukrayna çatışmasında şehirlerin ve yerleşim yerlerinin savaş alanı olarak kullanılması ciddi bir göz açıcı etki yaratabilecektir. Bu bağlamda, savaş ve çatışmalarda sivillerin bölgeden tahliyesi, göçmen kontrolü, sivil zayiatın azaltılması, yerleşim yerlerinde patlayıcı silahların kullanımının sınırlandırılması, yerleşim yerleri alt-yapılarının imhasının önlenmesi, Cenevre Sözleşmesi’ne uyum gibi hususlar; çok taraflı diplomaside daha sıklıkla ele alınan ve gündemde üst sıralarda yer alan konular hâline gelecektir.
RF’nin Ukrayna saldırısıyla, II. Dünya Savaşı’ndan ve Soğuk Savaş’tan sonra oluşturulmaya çalışılan düzen derin yara almıştır. Bu çerçevede, küresel güvenlik ve istikrarın sağlanması ve korunmasında BM’nin, Avrupa Güvenliği konusunda ise AGİT’in rolü daha fazla sorgulanmaya başlanacak, söz konusu örgütlerin çalışmaları daha fazla erozyona uğrayacak, hatta varoluş gerekçeleri ve revizyona tabi tutulmaları tartışılmaya başlanabilecektir.
RF’nin çeşitli uluslararası kuruluşlara üyeliğinin sonlandırılması ya da askıya alınması gibi yaptırımlar daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanacaktır.
Avrupa’da, Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde tesis edilen barış, güvenlik ve istikrar temelli siyasi-askerî iklim, yerini güvensizlik, silahlanma yarışı ve soğuk savaşa bırakacaktır.
RF, gerek NPT gerek Budapeşte Memorandumu’nda mevcut yükümlülükleri hilafına nükleer güçlerine de hazırlık talimatı vererek, gerekirse nükleer silah kullanma tehdidinde bulunmuştur. RF’nin taktik düzeyde dahi olsa, nükleer silah kullanma ihtimalinden duyulan endişenin, Batılı ülkeler nezdinde yarattığı tedirginlik ve caydırıcılık etkisi dikkate alındığında; diğer bölge ülkelerinin de nükleer silaha sahip olma arzusu artabilecektir. Tabiatıyla, böyle bir durum; nükleer silahsızlanma, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (NPT) ve Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması (TPNW) çalışmalarına olumsuz etki yapabilecektir.
RF’nin ulaşmak istediği hedeflerle orantılı ve bu hedeflerin açıkça ortaya konmamış olduğu şartlarda; RF’nin askerî harekâtının hangi durumda başarısız kabul edilebileceği göreceli bir durumdur. Bununla birlikte, Kiev’i ele geçirip meşru hükûmeti deviremese dahi; Ukrayna’ya tarafsız ülke statüsüne dönmeyi, NATO üyeliğinden vazgeçmeyi, Kırım’ın Rus toprağı olduğunu ve Donetsk ve Luhansk’a özerklik vermeyi kabul ettirdiği şartlarda başarılı olduğu varsayılabilecektir.
RF’nin, işgal ettiği yerlerden büyük ihtimalle çekilmeyeceği de düşünülürse; Ukrayna içinde askerî güç bulundurmak suretiyle de başarı kazanmış olacaktır. Bu hususların gerçekleştirilemediği şartlarda ise her ne kadar bazı bölgeleri ele geçirmiş olsa da bunun kısmi bir başarı olmaktan öte geçmeyeceği ve Rusların başarılı olamadığı söylenebilecektir. Doğal olarak, RF’nin başarılı olamadığı oranda başarı Batı’nın ve olası bir RF saldırısına karşı hazırlamaya çalıştığı Ukrayna’nın olacaktır. RF’nin askerî harekâtının birinci ayının tamamlandığı son günlerde, gerçekte olmasa dahi kendisini nasıl başarılı gösterebileceğinin arayışlarına başladığı görülmektedir.
RF’nin istediği başarıyı sağlayamaması, sert ekonomik yaptırımların Rus halkı üzerindeki etkisiyle Putin yönetiminin tahtını da sallamaya başlayabilecek, iç karışıklıklara yol açabilecektir. ABD’nin de bu yönde bir beklenti içinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
RF’nin Ukrayna’ya yerleştiği olası yeni durum karşısında, başta Baltık ülkeleri, sonra Polonya, Slovakya, Macaristan ve Romanya’nın güvenlik endişeleri artacak, bu çerçevede NATO’nun, yeni duruma göre planlarını ve kuvvet konuşlandırmalarını uyarlaması gerekecektir. RF’nin taraf olduğu düzenlemelerdeki yükümlülüklerin hilafına böyle bir askerî harekâta girişmesine misilleme olarak, 1997 NRC Kurucu Belgesiyle RF’ye verilen güvenlik garantilerinin ve Baltık ülkelerine kuvvet konuşlandırmama yükümlülüğünün, nükleer silah miktarlarının artırılıp artırılmayacağı gibi hususların tekrar değerlendirilmesi; NATO tarafında tartışmalara konu olabilecektir.
RF’nin saldırgan tutumunu ve Bulgaristan ve Romanya gibi müttefiklerin denizden de korunmasına ihtiyaç olduğu gerekçe gösterilerek müttefiklerin Montrö Sözleşmesi çerçevesinde ülkemiz üzerinde baskı yaratmaya çalışmaları söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda, Montrö Sözleşmesi’ne uygun olsa da, RF’yi tedirgin ederek ülkemizi sıkıntıya sokabilecek sıklıkta ittifak gemisinin Karadeniz’e giriş/çıkışı gündeme gelebilecektir.
Yazının tamamını okumak için tıklayın