Metin Gülbay
Şimdilerde de kullanılıyor, “hasta bitkisel hayata girdi” deyimi. Bunu doktorlar mı ilk kez kullandı bilmiyorum ama bitkileri tanıyan birileri tarafından söylenmediği açık. Bitkilerin neler yapabildiklerini bir bilseniz bu sözü söyleyenlerin cehaletiyle dalga geçerdiniz. Ben öyle yaptım.
Tabii ki herkes onların canlı varlıklar olduğunu kabul eder. Zaten çoğalmaları, büyümeleri, meyve vermeleri bunun kanıtları değil mi? Ancak bu canlıların zekaya da sahip olduklarını kimse kabul etmezdi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık birçok kanıta dayanarak onların zekaya da sahip oldukları kabul ediliyor. Tabii zekayı nasıl tanımladığınıza bağlı. On haneli iki sayısı otuz saniyede çarpıp söylemekse zeka dünyanın on binde 9999’u zekasız demektir. Zekanın tanımı çok değişti artık. Edindiği bilgiyi işleme yeteneği de bu tanıma girdi.
Bitkiler hep görmezden gelindi
Bitkilerin görmezden gelinmesi ve taş toprak muamelesi görmesinin tarihi çok eskidir ve bu yakın tarihlere kadar sürmüştür. Bugün bile bazı bilim insanları onları canlı kategorisinde bile değerlendirmez.
İsterseniz dinsel metinlerle başlayalım. Efsaneye göre Nuh Peygamber Tufan’dan kurtarmak için Tanrının emriyle gemisine her canlıdan birer çift (erkek-dişi anlamında) almıştı. Çünkü Tufan’dan sonra da hayatın devam etmesi gerekiyordu. Ama hiç bitki almamıştı. Efsane devam eder. “Sular çekildi mi diye Nuh bir güvercini saldı. Acaba güvercinin konabileceği bir toprak parçası var mıdır yoksa hālā her yer sularla mı kaplı diye öğrenmek istedi. Güvercin bir zeytin dalını gagasında taşıyarak döndü yani bir bitki ile. Bu yeryüzünde yaşamın habercisi sayıldı.” Bitkiler bir biçimde Nuh Tufanı efsanesine dahil olmuştur ama ne Nuh peygamber ne de bu efsaneye inananlar bitkilerin canlı olup olmadığı konusunda hiç düşünmemişlerdir.
Bitkilerin yaşamın kanıtı olarak dinsel metinlere girmesi güzel bir şeydir. Bitkiler olmasaydı yaşam olmazdı. Nuh karaya çıkınca ilk iş olarak bir üzüm bağı kurar. Yani yine bitkiler girer işin içine. Müslümanlar Ramazan’da oruçlarını zeytin veya hurma ile açmaya çalışır. Bunlar kutsal bitkilerdir çünkü. Ancak onlara atfedilen kutsallık yine de onların canlı sayılmasını gerektirmez.
İslam sanatında yalnızca bitkilerin resimleri yapılabilir. Çünkü canlı varlıkların resmedilmesi yasaklanmıştır. Garipliğe bakın ki canlı olmadığı düşünülen bitkilerin meyveleri sofraları zenginleştirmeye devam etmiştir. Cansız bir varlık nasıl meyve üretebilir sorusu hiçbir Müslüman’ın aklına gelmemiştir. Oysa Kuran’da ağaç ve bitki sözcükleri yirmi altı yerde geçmektedir. “Kur’an’da ayrıca hurma, nar, üzüm, incir ve zeytin gibi bazı ağaçlar ismen anılmakta, incir ve zeytin ağacı üzerine yemin edilmektedir.” (1)
Yahudilik’te ise sebepsiz yere ağaçların kesilmesi yasaktır. Ağaçların yeni yılı kutlanır: Tu Bişvat.
Tek tanrılı tüm dinler bitkileri cansız olarak görmüştür. Ancak diğer inançlarda bu durum farklıdır.
Romalılar defne dalını zaferin, zeytin dalını barış ve mutluluğun, meşe yapraklarını ise gücün sembolü olarak görmüştür. (2)
Çok tanrılı toplumlar dünyayı canlı bir varlık gibi görüyordu. Ağaçların ruhları olduğuna inanıyor ve bu nedenle de onlara canlı gibi davranıyorlardı. Eski toplumlar ağaçların kendilerine verilen zararı hissettiklerine de inanıyordu. Ne kadar doğru bir sezi! Bu sezi sonra kaybolmuş. Ağaçlar yağmur yağdırma, güneş açtırma, sığır ve sürüleri çoğaltma kadınları kolayca doğurtma gibi birtakım güçlerle donatılmıştı. Hatta bu ağaçlar bir kısım özelliklerinden (biçimi, büyü işlemindeki işlevi vb.) hareketle erkek ve dişi olarak sınıflandırılmıştı. Mesela selvi ve güzelavratotu erkekti. Fakat günlük ağacı sahip olduğu işleve göre erkek veya dişi olabiliyordu. (3)
Çin ve Hint kozmolojisinde evren büyük bir ağaç biçiminde betimlenir. Eski Türk ve Moğol inançlarında da dünyanın merkezinde ağaç olduğu görülür. “Ulukayın, Türk, Altay, Çuvaş, Yakut, Moğol ve Macar mitolojilerinde, halk inancında ve Şamanizmde Yaşam Ağacı”dır. (4)
Bu ağaç “Dünya ile birlikte yaratılmıştır. Dünyanın, yeraltının ve gökyüzünün tam merkezindedir. Dalları gökyüzünü ayakta tutar. Kökleri toprağın tüm katlarını delip yeraltı okyanusuna kadar uzanır.” (4)
Bitkiler beş duyudan fazlasına sahiptir
“Bitkilerin bir beyne ya da ruha sahip olduğu fikri ve en basit bitki organizmalarının bile dış kaynaklı stresi hissedip ona cevap verebileceği, sayısız filozof ve bilim insanı tarafından yüzyıllar boyunca önerilmiştir. Demokritus’tan Platon’a, Fechner’den Darwin’e tüm zamanların en parlak zihinlerinden bazıları, bitkilerin zekasının savunucuları olmuştur, bazıları onlara hissetme kapasitesi atfetmiş, diğerleri onları başları toprağın altında insanlar olarak hayal etmiştir.”
“Sağlam, ölçülebilir bilimsel bilgilere dayanarak bitkilerin sanıldıklarından çok daha gelişmiş organizmalar olduğunu ilk kez ileri süren Charles Darwin’di. Bugün 1,5 yüzyıl sonra… üst düzey bitkilerin gerçekten de ‘zeki’ olduğunu gösteriyor: Çevrelerinden sinyaller alabilen, bilgiyi işleyen ve kendi hayatta kalışlarına uyarlanan çözümler planlama becerisini gösteriyorlar. Dahası, birey olarak değil, toplum olarak davranmalarını sağlayan bir tür ‘sürü zekası’ sergiliyorlar; bir karınca kolonisinde, büyük balık sürülerinde ya da kuş sürülerinde görülen aynı davranış biçimini.”
Bugünkü bilgiler kadar olmasa da o zamanlar da bitkilerin yaşama yararları biliniyordu. “Dünya üzerindeki varoluşumuzu onlar sağladı, (fotosentez aracılığıyla, hayvan hayatını mümkün kılan oksijeni oluşturarak) ve bugün hayatta kalmamız için hālā onlara bağlıyız (besin zincirinin en alt basamağındalar). Onlar aynı zamanda uygarlığımızı binlerce yıldır ayakta tutan enerji kaynaklarımızın da kökenindeler (fosil yakıtlar). Dolayısıyla bitkiler, besinimiz, ilaçlarımız, enerji aletlerimiz için gerekli kıymetli ‘hammaddelerdir’.”
Bitkilerin bir yerden başka bir yere hareket edemediğini biliyoruz. Ama bu onları cansız varlık yapmaz. Evrimsel süreçte farklı bir yol izlemişlerdir. Onlar vücutlarını hayvanlara (ve tabii bize) benzemeyen bir biçimde geliştirmişlerdir: modüler bir beden oluşturarak. Niçin? Otçul bir hayvan bitkinin bir kısmını yediğinde bitkinin ölmemesi için. Bitki vücudunun yüzde doksan hatta doksan beşini kaybedebilir ama ölmez. Çünkü kalan kısım yeniden kendini üretebilir. Bir hayvanın kolu veya bacağı kopsa onu yeniden üretemez oysa ki.
Bitkilerin yetenekleri
En başta söyleyelim de heyecan artsın. “On yılların deneylerine dayanarak bitkiler, hesaplama ve seçim yapma, öğrenme ve hafıza becerilerine sahip varlıklar olarak ele alınmaya başlandı. Birkaç yıl önce İsviçre, özel bir beyanname ile bitkilerin haklarını doğrulayan dünyadaki ilk ülke oldu.”
“Bitkiler birbiriyle konuşur, akrabalarını tanır ve çeşitli karakter özellikleri sergiler. Hayvanlar aleminde olduğu gibi, bitkilerin dünyasında da bazıları fırsatçı, bazıları cömert, bazıları dürüst ve bazıları manipülatördür, kendilerine yardım edeni ödüllendirir ve zarar verenleri cezalandırırlar.”
Bu durumda bitkilerin “bize benzediklerini söyleyebilir miyiz? Hiç de değil; çok daha hassaslar ve bizim beş duyumuzun yanında onlar en az on beş başka duyuya sahipler. Örneğin yerçekimini, elektromanyetik alanları ve nemi hissedebilir ve hesaplayabilirler ve sayısız kimyasal değişimi analiz edebilirler.”
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama gezegenimizde fotosentez yapabilen hücreler 3,5 milyar yılı aşkın bir zamandır var. Yani insanın 300 bin yıllık geçmişiyle karşılaştırınca gezegenin ilk sahipleri olma onurunu -açık ara farkla- onlara bırakmamız gerekiyor.
Bitkiler görebilir mi?
Bir insan gibi görmekten söz ediliyorsa tabii ki hayır. Ancak bir ışık algısından, bir görsel uyaranı algılamadan söz ediyorsak evet bitkiler görür. Bununla kalmaz ışığı yakalayabilir, kullanabilir ve ışığın miktarı ile kalitesini ayrıt edebilir.
Bitkiler koku alabilir mi?
“Biz bir kokuyu algılamak için burnumuzla içeri hava alırız ve bunu, havada bulunan molekülleri yakalayan kimyasal reseptörlerin bulunduğu koku kanalına iletiriz ve böylece kokuyu/bilgiyi beyne taşıyan ilgili sinir sinyalleri üretilir.
Bitkilerin (ise) kokuya olan hassasiyeti yayılmıştır. Tek bir burnumuz değil de tüm vücudumuza yayılmış milyonlarca minik burnumuz olduğunu hayal edin. Köklerden yapraklara, bir bitki genellikle yüzeylerinde tüm organizma için iletişim bilgi sinyalleri zinciri başlatabilen uçucu madde alıcıları bulunan milyarlarca hücreden oluşmuştur. Bu reseptörleri hücrelerin yüzeyinde yerleşmiş pek çok farklı kilitler olarak ve kokuları da çeşitli anahtarlar olarak hayal edin. Her bir kilit doğru anahtarla iletişime girdiğinde açılır ve bu kokuyla ilgili bilgiyi üreten mekanizmayı harekete geçirir.”
Bitkiler tat alır mı?
“Bitkilerin tat alma duyusundan sorumlu olan organlar, onların besin olarak kullandıkları, köklerinin araştırmacı hareketlerle toprakta uğruna sondaj yaptığı kimyasal maddeler için belli alıcılardır. Bu arayış, bitki dünyasındaki damak tadının en iyi gurmelerinki kadar rafine olduğunu ispatlıyor. Belki de bu karşılaştırma sizi gülümsetti, ancak temel olarak hassas damakların bir yemekteki en az miktardaki içeriği dahi tespit edebilme becerisinin, köklerin toprağın pek çok metreküpünde gizli mineral tuzların sonsuz küçük değerdeki miktarlarını tanımasından çok da farklı olmadığını göz önünde bulundurun… Kökler çık kısıtlı miktarları dahi büyük bir kesinlikle tespit edebildikleri nitratlar, fosfatlar ya da potasyum gibi ‘iştah açıcı’ besinlerin arayışı içinde durmaksızın toprağın tadına bakıyor. Bunu nasıl biliyoruz? Bitki, tam da mineral bir tuzun yoğunluğunun en yüksek olduğu yerde daha çok kök üreterek ve bu kökleri mineral tuz etkili bir biçimde alınana kadar büyüterek bize söylüyor.”
Bitkiler dokunabilir mi?
“Bitki dünyasında dokunma duygusu işitme ile yakından ilgilidir ve mekanik açıdan hassas kanallar denilen, bitkinin her yerinde az miktarda bulunduğu halde dış çevreyle doğrudan temas içinde olan epidermal hücrelerde oldukça yoğun rastlanan, küçük duyusal organları kullanır. Bu özel alıcılar (mekanohassas kanallar) bitki bir şeye dokunduğunda ya da titreşim bu alıcılara ulaştığında aktif hale gelir. Ancak nasıl ki özelleşmiş bir duyusal organın olmaması bitkinin buna karşılık gelen duyusal algısının olmadığı anlamına gelmiyorsa, alıcıların varlığı da iyi bir gösterge olmasına rağmen buna karşılık gelen duyusal algıya sahip oldukları anlamına gelmeyecektir.
Bitki dokunulduğunu fark eder mi? Bunu cevaplamak için -‘hassas’ olarak adlandırılmış ve Lime tarafından sinekkapan ile aynı grupta sınıflandırılmış- sanki utangaç bir mizaca sahipmiş gibi )ismi de buradan gelir, küstümotu) dokunulduğu anda yapraklarını çeken özel bir mimoza türü olan Mimosa pudica bitkisinin davranışına bakalım.
Bu hareket yalnızca saniyeler içinde aktive olur ve şartlı bir refleks değildir (örneğin yaprak suyla ıslandığında ya da rüzgar estiğinde kapanmaz, gerçekten dokunulması gerekir.) Yani bu, bitki tarafından gerçek bir davranıştır ancak amacı kafa karıştırıcıdır. Bunun savunmacı bir strateji olduğu açıktır ancak mimozanın kendini neye karşı savunmak istediği hiç de net değildir. Bazıları bu ani kapanmanın yaprak üzerindeki tüm otçul böcekleri korkutacağını düşünür, diğerleri ise küstümotunun bu becerisinin kendisi ile beslenenlere daha az iştah açıcı görünmek için evrimleştiğini düşünür. Hangi teorinin doğru olduğu pek de önemli değildir. Önemli olan, bu bitkinin yalnızca son derece gelişmiş bir dokunma duyusuna sahip olduğu değil, aynı zamanda bir uyaranın tehlikeli olmadığını öğrendiği zaman kapanmayarak davranışını değiştirdiği gerçeğidir.”
Bitkiler bizi duyabilir mi?
“İşitmeye tahsis edilmiş organ -çoğu hayvanda olduğu gibi insanda da- kulaktır. Seslerin aslında havada ses dalgaları olarak ilerleyen ve kulak kepçeleri tarafından yakalanan titreşimler olduğunu biliyoruz. Ardından kulak kepçeleri ses dalgalarını, titreşerek dalgaları seslere dönüştürmemizi sağlayan timpanuma (kulak zarına) yönlendirir. Kulak zarının fiziksel hareketi bilgiyi işitsel sinir boyunca beyne ileten elektriksel bir sinyale dönüştürür. Böylece işitme, havayı birincil taşıyıcı olarak kullanır; hava olmadan (vakumlu bir ortamda), ses dalgalarının dönüşümü imkansız olurdu ve herhangi bir şey duyamazdık…
Burada yine evrim, bitkileri bizden ayırmada temel bir rol oynamıştır. İnsanlara başının yanlarında kulaklar vermiştir (her iki taraftan gelen ses dalgalarını yakalayabilmek için) çünkü çoğu diğer hayvan gibi ses dalgaları için havayı taşıyıcı olarak kullanırız. Ancak bitkiler sesi taşımak için farklı bir taşıyıcı kullanır: Toprak.
Bitkiler nasıl duyar? Dış kulakları olmayan tüm hayvanlarla aynı yolu kullanarak ve böyle çok hayvan vardır. Yılanlar, solucanlar ve diğer pek çok hayvanın kulakları yoktur, yine de duyarlar. Bu nasıl mümkündür? İşitme becerileri, bitkilerde olduğu gibi, mükemmel bir titreşim iletkeni içinde verilmiş olmalarından gelir. Amerika yerlilerinin uzaktan gelen atları dinlemek için kulaklarını yere koydukları o filmleri hatırladınız mı? Bitkiler (ve yılanlar, köstebekler, solucanlar ve diğerleri) aynı tekniği kullanır.
Toprak sesi o kadar iyi iletir ki duymak için kulaklara gerek kalmaz; (biraz önce sözünü ettiğimiz) mekanohassas kanallar sayesinde titreşimler, bitkinin tüm hücreleri tarafından yakalanır. Bitkilerde işitme duyusu da yayılmıştır ve insanlarda olduğu gibi tek bir organda yoğunlaşmamıştır. Bitkinin tamamı duyma yetisine sahiptir, milyonlarca küçük kulakla kaplanmış gibi.”
Daha bitmedi bitkilerin başka duyuları da var
Şu ana kadar bizdeki beş duyuya sahip olduklarını gördük bitkilerin ama söz konusu bitkiler olunca bu kadar az duyu yetersiz kalıyor. Yani bitkilerin insanlara fark attığı diğer duyularına geçelim.
“Bir bitki, toprağın nemini kesin bir biçimde ölçme yeteneğine sahiptir ve su kaynaklarını çok uzaklardan bile belirleyebilir. Toprakta ne kadar su olduğunu ve nerede olduğunu bulmakta çok yararlı olan bir çeşit higrometre (nem cihazı) kullanır.
…yerçekimini ve elektromanyetik alanları (ki bu büyümelerini etkiler) hissedebilir ve havadaki ya da topraktaki sayısız kimyasal maddeyi tanıyabilir ve ölçebilirler.
…bir bitki köklerinden birkaç metre uzakta olduğunda bile büyümesi için önemli olan ya da zararlı olan kimyasal elementlerin iz miktarlarının yerini belirleyebilir ve tanıyabilir.
Bitkinin kökleri, bir besini algıladığında yönünü değiştirir ve ona yetişene ve alana kadar büyür…
tehlikeli olan kirleticiler veya kimyasal bileşikler söz konusu olduğunda kökler en kısa zamanda uzağa hareket eder.
Bitkiler inanılmaz temizleyicilerdir ve gezegeni arındırırlar. Nasıl mı? “Örneğin trikloroetilen (TCE) adlı maddeyi ele alalım, plastik endüstrisinde kullanılan, endüstrileşmiş ülkelerdeki potansiyel su kaynaklarının yüksek bir yüzdesini kirleterek suyu insan tüketimine uygunsuz hale getiren organik bir çözücü. TCE, hemen hemen yok edilemezdir ve on binlerce yıl bozulmadan kalabilir, gerçek bir zehir ve tehlike canavarı; ancak bitkiler tarafından güvenli bir şekilde emilebilir ve klor gazı, karbondioksit ve suya dönüştürülebilir.”
Bir bitki kökünden yaprağına kadar sürekli bir iletişim halindedir. “Bilgiyi vücudunun bir parçasından diğerine taşımak için, bitki elektriksel sinyallerin yanında hidrolik ve kimyasal sinyaller de kullanır…
Bitkilerde sinyaller bir hücreden diğerine hücre duvarlarında bulunan ve plazmodezma adı verilen basit açıklıklar aracılığıyla geçer, uzun mesafeler için 8örneğin köklerden yapraklara) ana iletim sistemini kullanırlar… bitkiler de asıl olarak maddeleri organizma içinde bir noktadan diğerine taşımakla görevli olan ve merkezi bir pompaya (yani kalbe, M.G.) sahip olmayışının dışında bizimkine çok benzer gerçek bir iletim sistemi gibi çalışan hidrolik bir sistemle donanmıştır.”
Yani bitkiler sıvıları aşağıdan yukarı veya yukarıdan aşağı taşıyabilir. Bu sıvıların içinde mineral tuzlarının da bulunduğunu söylemek gereksiz herhalde. Yapraklar sürekli terleyip su kaybına neden olduğu için bitkilerde bu sıvı akışı hep işler. Diğer yandan fotosentez yoluyla yapraklarda üretilen şeker bitkinin diğer yerlerine taşınır.
Bitkide elektriksel mesajla kolayca ve hızlıca, “sanki iletken bir solüsyonla doldurulmuş bir tüpteymiş gibi dolaşır.”
Bitkilerin bunlardan başka da yetenekleri yani duyuları, marifetleri var. Ancak tümünü anlatmak için yerimiz çok az. Siz en iyisi Stefano Mancuso’nun Bitki Zekası adlı kitabını en kısa zamanda edinin. Çok memnun kalacaksınız. Gerçi ben ikinci kez okuduktan sonra iyiden iyiye aşağılık duygusuna kapıldım ve her bitkinin özellikle de ağaçların yanından geçerken hani neredeyse saygıyla eğilerek selam verme ihtiyacı duydum. Çok belli ki hayvanlardan ve onun en zekisi olan biz insanlardan çok ama çok daha fazla yeteneğe sahipler. 3,5 milyar yıldan fazla bir süredir bu gezegende varlıklarını sürdürdüklerine bakılırsa bizden sonra da (tabii tümünü yok etmezsek) yeniden gezegenin rakipsiz sahipleri olmaya devam edecekler. Selam vermeyip de ne yapayım.
Bitkileri cansız hale Batılılar mı getirdi?
Bu soru saçma gibi gelebilir tabii ama şu anlamda kullanıyorum. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam birbirini izleyen ve birbirine benzer dinlerdir. Tümü de tek tanrı inancını savunur ve birbirlerini reddetmez. En azından Müslümanlar diğer ikisinin de din olduğunu ve kutsal olduğunu kabul eder. Ancak görülüyor ki bu dinler bitkilerin cansız varlıklar olarak kabul edilmesinde temel rol oynamış durumda. Tek tanrılı dinlerden önce bitkiler en azından ağaçlar canlı olarak kabul ediliyordu. Hatta söylediğimiz gibi ruhları bile vardı. Ancak Batılı dinsel (veya değil) yazın neredeyse iki üç bin yıldır eski inançlara ilişkin ne varsa tümünü süpürüp çöpe atmışa benziyor. Bitkilerin canlı olmadığına inananları eleştiren Batılı bilim insanları aslında kendi tarihlerini eleştiriyor ama sanki eleştirdikleri tarih tüm insanların ortak tarihiymiş gibi sunuyorlar. Robinson Crusoe romanından örnek verilirken çıktığı ada ağaçlarla ve bitkilerle kaplıyken “canlı” arayan Robinson komik durumda betimleniyor. İyi de romanın yazarı da Batılı, eleştiren de Batılı. Çok tanrılı inançlarda zaten böyle bir durum yok ki. Onlar bitkilerin ve ağaçların cansız olduğuna inanmıyor ki! Biraz kibirli bir bakış açısı bu sanki. Bana öyle geliyor ki Batılılar herhangi bir şeyi eleştirirken bunu nasıl yaptıklarını bir kez daha düşünmeliler. Zaten kendileri gibi düşünmeyen ve onların fikirlerine asla katılmamış toplumların olduğunu da unutmamalılar. Kesinlikle Batı karşıtı değilim ama kimse de eleştirilemez değildir.
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
* Bu yazı temel olarak Stefano Mencuso’nun Bitki Zekası adlı kitabından yararlanarak yazılmıştır.
1- https://islamansiklopedisi.org.tr/agac#2-islamda-agac
2- Hikmet Tanyu, https://islamansiklopedisi.org.tr/agac#1
3- Mircae Eliade, Babil Simyası ve Kozmoloji, s.63. Abdülkadir Kıyak, Geleneksel Türk Dininde Ağaç Kültü, İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 13, Yıl 2011-2.