Yasemin Özben
12 civciv misafirliğe gelmişti, onlar gibi ben de küçüktüm o zamanlar… Babam büyük bir kafes yaptırmıştı. Balkonda besleyecektik, biraz palazlanıp kendilerini kurtardıklarında iş yerinin bahçesine götürecekti
Daha önce de benim isteğimle civcivler alınmıştı ama bir gelincik kümese girerek tüm yavruları boğduğundan bu sefer tedbir amaçlı evde büyütecektik. Sarı, beyaz, yumuşacık tüyleriyle o kadar mini minnacıktılar ki… İçlerinde bir tanesi siyah ve diğerlerine göre çok çelimsizdi. Bir kenara çekilip düşünüyor gibi davrandığından; annem “belki ölebilir” demişti. En çok onu sevmiştim, en fazla onunla ilgilenmiştim. Sanırım içimde hayata tutunamayacak korkusu oluştuğundan olsa gerek… Sonra ne oldu derseniz? Hepsi büyüdü, güzel tavuklarımız oldular hatta o çelimsiz siyah bücürük kümesi, bahçeyi geçtim, babamın dükkanının asi ruhlu lider horozu haline geldi. Her akşam babamdan onun vukuatlarını dinler olmuştum kıkır kıkır gülmelerim eşliğinde…
O güzel anılardan günümüze dönerek modernlik adı altında gıda olarak tüketilmek üzere beslenip öldürülen tutsak tavukların hayatlarından bahsetmek istiyorum şimdi de…
Civcivler doğdukları an itibarıyla öncelikle “civciv ayırıcı” adı verilmiş sistem ile dişi ve erkek diye ayrılıyorlar. Dişiler eti için beslenecek veya yumurta tavuğu olarak kafeslere alınırken; daha dünyaya yeni gözlerini açmış erkek civcivler ise plastik çöp bidonlarına atılıyor. Tabii altta kalan o minicik bedenler havasız kalarak boğuluyor. Üstteki civcivler ise canlı oldukları halde hepsi birlikte yem yapılmak üzere kıyma makinelerine gönderiliyor. Bazen de zehirli gazla boğularak öldürüldükten sonra kıyma makinelerine yollanıyorlar. Yani erkek civcivlerin doğum-yaşam-ölüm aralığı işte sadece bu kadar! Çöp bidonu ve kıyma makinesi…
Gelelim dişi civcivlere, onlar erkek kardeşlerinden daha da şanssız!
Dişi civcivleri doğar doğmaz büyüme kafeslerine kapatılıyor. Bu kafesler ince, uzun, penceresiz, hiç güneş ışığını, doğayı göremeyecekleri, ciğerlerine temiz havayı soluyamayacakları şekilde inşa edilmiş binalarda… Bir an evvel semirmeleri için ilk iki hafta parlak ışıklar 24 saat açık bırakılıyor. Yem ve su tavanlardan sarkan oluklardan otomatik olarak ayarlanarak veriliyor. Yeme ve suya ulaşmak için itiş kakış bir sistemde birbirlerini ezerek beslenmek zorunda kalıyorlar. Bir buçuk ayın sonunda piliçlerin ağırlıkları 2-2.5 kiloya ulaşınca sıkışmaya başlıyorlar. (Bir A4 kağıdını düşünün, o kağıt boyutuna iki veya üç tavuk sığdırılmış olarak hayal ediniz lütfen. İlk zamanlarda ise 5 tavuk konuluyormuş.) İşte bu kadar dar alanlara maruz bırakılıp, doğal olmayan yolla az zamanda hızla büyümeleri sağlanan piliçler sıkışıklık, sıcak, havasızlık ve stres nedeniyle bunalıma girerek birbirlerini gagalamaya başlıyor. Kardeşlerini gagalayıp tüylerini yolan piliçlere ”kötü huylu ve yamyamlık” tabirleriyle atıfta bulunan zirai araştırmacılar çözüm olarak şöyle bir yol bulmuşlar: Gaga kesimi!
Civcivlere 5-10 günlük süre içerisinde gaga kesimi yapıyorlar. Önceleri civcivlerin üst gagasını yakarak koparıyorlar. Günümüzde ise giyotine benzer kızgın bıçaklı alete civcivlerin gagaları sokuluyor ve kızgın bıçak gaganın ucunu kesiyor. Bu işlem dakikada mesela 15 civcive hızla yapıldığından bazı civcivlerin yüzleri, ağızları da yaralanarak acı içinde kafeslere geri dönüyor. Bir kısım piliçler 3-4 aylık olduklarında büyüme kafesinden alınıp yumurta tesisine aktarılıyor ve genellikle burada bir gaga kesimi operasyonu daha var. Aktarmada ise bacak kırılmaları, kafa berelenmelerinin adı bile geçmiyor. Gagalar kesilirken küçük civcivlerin hissetme, acı yetileri olduğu için canları yanıyor, hatta yanlışlıkla yüzleri de kesiliyor ama bunlar da “önemsiz” olarak görülüyor.
Kümesler yani kafeslerin zeminleri ızgara şeklinde telden olmasının ekonomik gerekçesi ise dışkıların tellerin arasından zemine düşüyor olması. Aylarca burada biriken bu gübreleri tek bir işlemle toplayarak tasarruf etmiş oluyorlar. Bu arada yumurta tavuklarının zeminlerinde eğim de var. Yumurtalar bu eğim sayesinde kafesin ön kısmına yuvarlanınca kolayca toplanması yine üreticiler için büyük kolaylık. Peki, tavukların ayakları eğimli ve ızgara zeminde yaşamaya uygun mu diye soracak olursanız… Hayır! Onlar toprak, çayır, çimen gibi düz doğal zeminleri, toprakları eşelemeyi, küçük bir çukur oluşturarak tüylerini toprağa bulamayı sonra hızla silkinerek toz banyosu yapmaktan içgüdüsel olarak hoşlanırlar. Doğal olarak kanat açmayı, tüylerini temizlemeyi, tıpkı insanlar gibi tekdüzelikten sıkılarak özgürce doğada gezinmeyi severler. Her biri birbirini tanır, sosyal ve akıllı hayvanlardır. Kendi içlerinde karşılıklı saygıya dayanan bir hiyerarşik yönetimleri vardır. Yumurtalarını gizli bir şekilde kimse görmeden samanlardan oluşturulmuş folluklarda mahremiyet isteği duyarak yaparlar.
Yumurta üreten, etiyle büyük paralar kazanılan, kâr odaklı bir makine gibi görülen tavuklar ömürlerinde hiç temiz havayı da soluyamıyorlar. Çünkü dışkıları ızgara zeminin hemen altında ve bu amonyak demek. Amonyak ise canlılar için zehirli bir madde… Tavuklar bir de bu zehri solumak zorunda bırakıldıklarından kesinlikle akciğerleri hasar alıyor. Kimilerinde gözlerinde, ciltlerinde tahrişler ve bir kısmında “Akut ölüm sendromu” görülüyor. Ölümün adı ise değişerek “fire” olmuş bu kafeslerde… Araştırmacıların burada tavukçulara uyarıları ise şöyle: “Gözlerinizdeki yanmayı, öksürüğünüzü, kronik bronşit ve astım vakalarınızı azaltmak için kümeslerde mümkün olduğunca az zaman geçirmenizi ve kümese girerken maske takmanızı öneriyoruz.”
Tavukların ilk ve son kez güneş ışığını görmeleri; esir edildikleri, bir kanatlarını bile açamadıkları sıkışık düzende eziyet gördükleri, loş ışıklı, hatta en son hafta neredeyse tamamen karanlıkta bırakıldıkları, amonyak, toz, kötü kokulu hapishanelerinde kapılar birdenbire ardına kadar açılmasıyla gerçekleşiyor. Amonyaktan yanmakta olan gözleri güneş ışığıyla ilk kez karşılaşırken daha ne olduğunu anlayamadan bacaklarından yakalanıp baş aşağı taşınarak kasalara dolduruluyorlar. O kasalar kamyonlara yükleniyor ve öldürülecekleri, tüyleri yolunacağı, sonra temiz plastik ambalajlar içinde et parçalarına dönüşecekleri “işleme tesisine” doğru son yolculuklarına çıkarılıyorlar. Tesise gelindiğinde üst üste yığılı kasalar içinde aç susuz, nefes almaya yer olmayan o sıkışıklıkta saatlerce bekleyen tavuklar nihayet kasadan çıkarılıp yine baş aşağı taşıyıcı bantlara asılıyor. Tutsak olarak başladıkları, eziyet, işkence ve mutsuzluk içinde sürdürdükleri yaşamlarını sona erdirecek bıçağa doğru ilerlerken artık susmak istiyorum.
Not: Normalde doğadaki tavukların ömürleri 7 yıl… Fabrikada eti için beslenen piliçlerin yaşamları sadece 7 hafta… Yumurtaları için esaret altında tutulan tavuklar ise 65. haftalarından yani bir buçuk yaşlarında öldürülüyorlar. Erkek civcivlerin hayatları yok!..
Birinci bölüm için tıklayın