Deniz Ersoy (mahlas)
İnsana ait tüm duyguları gündelik hareketlerle harmanlayıp dans sosuna bulayan bu şahane kadının hayatıma ne zaman girdiğini düşünürken birden Pedro Almodovar’ın “Konuş Onunla” filmini hatırladım. Film sanatçının en ünlü eseri “Cafe Müller” ile açılıyor, 1980’lerde başladığı şehir çalışmalarında Portekiz’in Lizbon şehri için yarattığı “Masurca Fogo” (Ateş Mazurkası) ile kapanıyordu.
Hakkında biraz araştırma yapınca dans tiyatrosunun ve modern dansın en önemli isimlerinden biri olan Pina Bausch’tan bu denli geç haberdar olmamın benim ayıbım olduğunu düşünmüştüm o günlerde. Geçenlerde entelektüel bulduğum yakın bir arkadaşım sohbet esnasında adı geçince Pina Bausch’u ilk defa duyduğunu söylemez mi? Bu durum arkadaşımın entelektüel birikimine halel getirmedi ama benim gururumu okşamadı desem yalan olur.
1940 yılında Almanya’nın Solingen şehrinde doğan Philippine “Pina” Bausch’un ilk dans performansları anne ve babasının sahip olduğu restorandaki masalar, sandalyeler arasında müşterilere yaptığı gösterilerden oluşur. Sonradan “Cafe Müller” adlı eserine de esin kaynağı olacak bu gösterilerle yeteneği fark edilince bale okuluna gönderilir ve 14 yaşında da klasik bale ile tiyatroyu birleştiren bale sanatçısı ve koreograf Kurt Jooss’un okuluna kabul edilir. Buradan mezun olunca da Alman Akademik Değişim Programından aldığı bursla New York’da Juilliard Konservatuarına yazılır.
New York’ta çeşitli topluluklarda performanslarını sergiledikten 2 yıl sonra hocası Jooss’un Folkwang Bale Topluluğu’na solo dansçı olarak katılır, aynı zamanda Jooss’un koreografilerine de asistanlık yapar. Bela Bartok’un müziği eşliğinde yaptığı ilk koreografisi Fragments’ın (Parçalar) ardından da topluluğun sanat yönetmeni olur.
Birkaç yıl sonra da sonradan Tanztheater Wuppertal Pina Bausch adını alacak olan Wuppertal Opera ve Bale’nin sanat yönetmenliğine getirilir. Özgün ve zengin bir repertuara sahip olan bu topluluğun dünyanın çeşitli yerlerindeki turneleri günümüzde de devam etmektedir.
Modern dansın ve dans tiyatrosunun öncüsü bu kadını unutulmaz yapan nedir?
Dans ve drama, zevk ve acı, gösteri ve gerçeklik eşleşmelerini irdelerken geleneksel değil, her zaman kışkırtıcı olması ve koreografilerinde insancıl duyguları tüm çıplaklığıyla ortaya koyması, dansçılarını da iç benliklerini ortaya çıkarmaları için teşvik etmesi diyebiliriz. “Ben insanların nasıl hareket ettikleriyle değil, onları harekete geçiren şeyle ilgilenirim” der bir röportajında.
Sanatıyla yapmaya çalıştığı şeyi şöyle anlatır
“Beni anlamanız için dansın teknikten başka bir şey olduğuna inanmanız gerekir. Hareketlerin nereden geldiğini unutuyoruz. Onlar hayatın içinden çıkar. Yeni bir eser yaratırken hareket noktası bugünümüz olmalı, dansın hali hazırda var olan biçimleri değil.”
Eserlerinde kadın-erkek ilişkileri, toplumsal cinsiyet rolleri, çağımızın güzellik algısı, sosyalleşme gibi temaları sorgular. Bazen cinsiyet olgusuyla dalga geçer, erkek dansçılara kadın kıyafetleri, bikiniler ve yüksek topuklu ayakkabılar giydirir. Koreografilerinde klasik baleden uzak sert geçişli hareketler vardır, yüz ifadeleri ve mimikler de önemli yer tutar, bazı sahnelerde aynı hareketler takılmış plak gibi tekrarlanır.
Sahnede ilgi çekici dekorlar kullanır. “Rite of Spring” (Bahar Ayini) adlı koreografisinde zemin ıslak toprakla kaplıdır ve toprak dansçıların terleriyle karışarak saçlarına vücutlarına bulaşır. Oğlunun doğumundan sonra tasarladığı “Nelken” (Karanfiller) adlı gösterisinde yer pembe karanfillerden oluşan bir halı ile kaplıydı ve yarı çıplak bir kadın akordeon çalarak sahnede dolaşıyordu. “Cafe Müller”de ise dansçılar bir odada sandalye ve masalara çarpa çarpa koşuşturmaktadır, bu performansın büyük bölümünde dansçıların gözleri kapalıdır. “Masurca Fogo”da ise sahnenin büyük bir bölümünde devasa bir kayalık vardır ve kullanılan müzik parçaları Portekiz müziğinden K. D. Lang parçalarına kadar çeşitlilik gösterir. Genellikle gösterilerinde dansçıların üzerlerinde bedenlerini ortaya çıkartan ince, akışkan kumaşlar vardır ya da çıplaktırlar.
Pina Bausch 1980’li yıllarda Roma, Palermo, Los Angeles, Hong Kong, Tokyo, Lisbon, Budapeşte, Madrid, Sao Paulo, Mexico City gibi şehirleri ziyaret eder, yaşadıkları ve gözledikleriyle bu şehirleri sahneye koyduğu koreografilerinde anlatır.
1998’de “Der Fensterputzer” ( Cam Temizleyicisi ) ve 2000 yılında “Masurca Fogo” ile İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılır. İstanbul’un büyüsüne kapılıp yarattığı “Nefes” adlı eserini 2003 yılında önce Wuppertal’de ardından İstanbul’da sahneler. Biletleri satışa çıkar çıkmaz tükendiğinden çok istediğim halde seyredemediğim bu gösteriyi seyredenlerin izlenimleri ortaktır: “İstanbul bu kadar güzel anlatılabilir…” Her türlü keşmekeşiyle, zamanı boşa harcatan trafiğiyle, hoyrat insanlarıyla, kadınlara köle gibi davranan erkekleriyle ve bunu kabullenen kadınlarıyla, cafcaflı renkleriyle, deniziyle İstanbul işte. Sanatçının bu eserinde de Mercan Dede, Birol Topaloğlu, Bülent Ersoy, Candan Erçetin, Replikas, İstanbul Orient Ensemble, Astor Piazzolla, Tom Waits gibi çok farklı tarzları olan müzisyenlerden parçalar seçilmiştir.
2009 yılında, kanser teşhisi konulmasından beş gün sonra vefat eden Pina Bausch ardında büyük bir boşluk yarattı ama eserleri hala Tanztheater Wuppertal Pina Bausch topluluğu tarafından dünyanın çeşitli yerlerinde sahneye konuluyor ve sözleri hâlâ kulaklarda. “Dance, dance… otherwise we are lost.” (Dans edin, dans edin… yoksa kayboluruz.)
Aşağıdaki iki videoda Alman yönetmen Win Wenders’in sanatçının ölümünden sonra tamamladığı “Pina” belgeselinin fragmanını ve İstanbul için hazırlanan “Nefes” gösterisinin yönetmen Hüseyin Karabey imzalı belgeseli “Pina Bausch’la Bir Nefes”i izleyebilirsiniz.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.