İran’ın başkenti Tahran’da “ahlak polisi” olarak bilinen İrşad Devriyeleri tarafından gözaltına alınan 22 yaşındaki Mahsa Emini’nin darp edildiğine ilişkin iddiaların ve kaldırıldığı hastanedeki “şüpheli” ölümünün ardından ülke çapında başlayan protestolar sürüyor. Şu ana kadar 10 binden fazla kişinin gözaltına alındığı ve güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 300’den fazla kişinin yaşamını yitirdiği belirtiliyor.
Son olarak ABD Başkanı Joe Biden, katıldığı bir seçim toplantısında “İran’ı özgürleştireceğiz” dedi. İran dini lideri Ali Hamaney, ABD ve İsrail’in İran aleyhine bir “toplu savaş” başlattığını savunurken, geçen gün İran’ı ziyaret eden Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev, Batılı istihbarat servislerinin İran’daki protestoların düzenlenmesinde kritik bir rol oynadığını söyledi.
Yaşanan bu süreci Orta Doğu’daki gelişmeleri yakından takip eden gazeteci Musa Özuğurlu’yla konuştuk.
-İran’daki gösterilerin “görünür” gerekçesini biliyoruz, Mahsa Emini’nin gözaltındaki “şüpheli” ölümü. Peki bu “görünür” gerekçeden devam edecek olursak, göstericilerin protestolardaki temel talepleri nedir ve bu gösterilerde dikkat çeken bir “öncü” güç var mı?
-Bu tür vakalar aslında uzun zaman devam eden genel rahatsızlığın “patlaması” ya da “ortaya çıkması” için gerekçe olabiliyor. Yani sorun sadece bir kişinin gözaltında darp edilmesi sonucunda hayatını kaybettiği iddiası değil. İran’da bütün Doğu toplumlarında olduğu belirtilen bir “bireyi baskılama” gerçeğinin olduğu biliniyor. Dolayısıyla bu gösteriler sadece başörtüsü ile ilgili değil, genel olarak halkın yaşam tarzına müdahalesi ile ilgili olmasının yanı sıra ekonomik durum, İranlıların devletin güvenlikçi iç ve dış siyaseti nedeniyle hissettikleri sürekli stres ve baskı, yolsuzluk, ülke kaynaklarının verimli kullanılamaması gibi şikayetlerin toplamından ötürüdür.
Göstericilerin bir öncü güç altında hareket ettiği söylenemez. Bu da iki başlık altında yorumlanabilir. Birincisi İran halkı her ne kadar zorluklar yaşasa da bunun sadece yönetimin eksikliklerinden kaynaklandığı görüşü geniş toplum kesimlerinde tam olarak oturmuş değil. İkincisi bizatihi yönetim tarzından ve siyasi yapıdan kaynaklanan bir durum olarak İran’da klasik bir muhalefetin ve bu muhalefetin üreteceği muhalif parti, kişi ve hareketlerin olmaması. Bu nedenle bu gibi toplumsal hareketler başsız oluyor.
-Geçenlerde Sınırsız TV’nin bir yayınında “İran’ı Ukrayna savaşında bir taraf haline getirmeye çalışıyorlar” yorumunda bulunmuştunuz, bunu açar mısınız? İran hâlihazırda zaten son derece izole olmuş bir ülke, buradan elde etmek istedikleri ne olabilir?
-İran kendi içinde sorunlar yaşıyor ancak bu sorunların kısmi olarak dış politika ile ilgili olduğu bir gerçek. İran’ın tecrit edilmesi ekonomik zorlukları beraberinde getiriyor. Dış ilişkilerde büyük sorunlar var. Arap dünyası, Körfez, Batı (ABD ve Avrupa) ile bölgesel ve ikili ilişkilerde sürekli bir gerginlik söz konusu. Bu da anılan tarafların İran yönetimine karşı her enstrümanı kullanmaya çalışması sonucunu doğuruyor. Ukrayna konusu da bunlardan birisi. Aslında mesele Rusya’ya silah verilmesi değil. Örneğin Türkiye de Ukrayna’ya, yani savaşan taraflardan birine silah veriyor. Batı açısından bu problem değil, ancak Batı’nın da mücadele ettiği Rusya’ya silah verilmesi büyük bir sorun. Üstelik iki taraflı: hem Batı’nın karşısındaki ülkeye silah verilmesi hem de bunun zaten mücadele halinde olunan bir ülke olan İran tarafından yapılması. Dolayısıyla İran’ın savaşa angaje olduğu tanımlaması Batı’nın çıkarlarına uygun. Böylece savaşa üçüncü bir tarafın da girdiği argümanı kullanılabilecek ama daha önemlisi bu durum İran’a karşı bir baskı aracı oluşturabilecek.
“ABD-Suudi gerginliği geçici”
-OPEC+’nın son kararıyla gerilen Suudi-ABD ilişkilerini de hesaba katarsak, etnik ve dinsel olarak sürekli bir mücadele içindeki Suudi-İran gerilimini bu protestolar bağlamında nasıl görebiliriz? Bu, Suudi-ABD yakınlaşması için bir katalizör olur mu ya da örneğin İran’dan Suudilere karşı Yemen’den bir “cevap” gelir mi?
-Bu gibi durumlar diplomaside her zaman bir fırsat olarak görülebilir. Yani İran “ortak düşmanı” gerginlik yaşayan ABD-Suudi Arabistan için krizden çıkış menfezi oluşturabilir. İki ülke arasındaki gerginlik ilkesel değil çıkarlarla ilgili ve bu nedenle geçici ve gerçek olmayan bir kriz ama bu krizden çıkış için (kriz yönetimi devam ederken) alternatifler de değerlendirilir ve işte İran gibi bir gerekçe krizden çıkış fırsatını sağlayabilir. Yemen ise İran’ın etkili olmaya çalıştığı bir coğrafya fakat bunu mümkün olduğunca yapabiliyor. Yine de “direniş ekseni” çerçevesinde Yemen harekete geçip İran adına bir müdahalede bulunabilir. Bu anlamda İran uyarıda bulunabilir. Ancak bu gibi hamlelerin iki yönlü olduğunu unutmamak lazım. Böyle bir uyarı karşı tarafa da koz verebilir. Bu nedenle dikkatli adımlar atılacağını düşünüyorum.
-Siz İsrail ve Arap basınını da sık sık takip ediyor, gündemle ilgili olarak yansımaları paylaşıyorsunuz. Orada İran protestoları nasıl görülüyor?
-Yayın organının hangi tarafa bağlı olduğu ile ilgili olarak iki ana kamp bulunduğunu söyleyebiliriz. Birincisi Orta Doğu ve küresel çapta devam eden mücadeleye İran, “anti emperyalizm”, Şiilik, “Direniş Ekseni” çerçevesinden bakanlar. Bunların büyük çoğunluğu yaşananları sadece Batı’nın komplosu olarak görüyor. Elbette aralarında taleplerin haklı olduğunu düşünenler de var ancak bu taleplerin bir devrimin değil, bir reformun konusu olduğunu düşünüyorlar. İkinci kamp ise Batı ile sorunu olmayan yönetimlere yakın, Sünni, Arap-Fars ayrımı yapan ve İran’ın bölgeye nüfuz etmeye çalıştığını savunan kamp. Bu kampa göre İran’da yaşananlar tamamen haklı ve bir “devrim” ile sonuçlanması gereken bir süreç. İran yönetiminin totaliter, baskıcı bir yönetim olduğu savunusunu da yine aynı kampta görüyoruz. Bu iki kampın birincisi haberlerinde, yorumlarında yönetim yanlısı kitlelere, göstericilerin vandallığına, gösterilere katılanların sayısının ne kadar az olduğuna yer veriyor. İkincisi ise, gösterilerin ne kadar geniş çaplı olduğu, güvenlik güçlerinin sertliği, “sivil ve silahsız” göstericilerin nasıl bir şiddete maruz kaldığı gibi ögeleri işliyorlar.
‘IŞİD, İran’da yer bulamaz’
-Al Mayadeen’den bir “silah akışı” ve “suikast timi” iddiası da aktarmıştınız son Sınırsız TV yayınında, bunu da biraz açmanızı isteyeceğim…
-Bu iki iddia da İran yönetiminin iddiası. Ancak ben Suriye örneğinden tecrübe ile şunu söyleyebilirim: Bu türden silah akışı ve hem güvenlik güçlerine hem de sivillere yönelik saldırılar bu gibi kaotik durumlarda kullanılan bir yöntem ve bu yöntemin İran’da kullanılmamasının hiçbir garantisi yok. Bu meselenin bir başka yönü inandırıcılık. Yukarıda çerçevesini çizmeye çalıştığım iki kamp da ya bu gibi açıklamaları inandırıcı bulmama ve İran yetkililerinin göstericilere uyguladıkları şiddeti meşrulaştırma girişimi ya da dış komplonun ispatı olarak görüyor. Bu gibi iddiaların ispat edilmesi şansı yok elbette. Ancak silah geçirme ya da suikast gibi girişimlerin olma olasılığı az değil.
-İran’da IŞİD’in bir toplumsal zemini var mı?
-Olduğunu düşünmüyorum. Belirli (uzak) bölgelerde küçük çaplı hareketlenmeler olabilir. Ancak klasik anlamda IŞİD, İran’da yer bulamaz. İran toplumu belli bir kültürü geliştirmiş, birikimi olan bir toplum. Diğer yandan mezhepsel olarak da IŞİD düşüncesini reddeden bir toplum. Dolayısıyla belirli bölgelerde (toplumsal zemin olmadan) IŞİD’in adının anılacağı bazı girişimler olabilir ancak yaygın anlamda toplumsal desteği de alarak bir IŞİD varlığının olabileceğini sanmıyorum.
“Protestoların zayıflaması olasılığı baskın”
-Protestoların Kürdistan eyaletinde başlamasının İran’daki PKK/PJAK ile bir bağlantısı var mı? Her ne kadar İran’a yakın basından bu tür bir açıklama gelmese de, Kürt basını söz konusu gelişmeler için “Rojhilat Serhildanı” ifadesini kullanıyor örneğin…
-Başlaması anlamında PJAK’ın yönettiği bir süreç olduğu konusunda sağlam veriler yok. Ancak başladıktan sonra bunu yönlendirme çabası olabilir. İlk cevapta olduğu gibi bu gibi durumlar bütün taraflara harekete geçme fırsatı yaratır. Kürtlerin İran’da da rahatsızlık yaşadığı biliniyor ve İran yönetimi sert bir tutum içerisinde. Bu nedenle zaten bir rahatsızlık var. Sanırım bu rahatsızlık üzerine süreç belirli bölgelerde daha çok öne çıktı. Bir başka açıdan “Rojhilat Serhıldanı” ifadesi zaten bakışın toplumsal değil bölgesel olduğunu gösteriyor. Bu nedenle yaşanan gelişmelerin toplamına göre eksik bir tanımlama ve sadece belli bir kesim ve coğrafyayı kapsıyor.
-Protestolar zayıfladı mı, artarak sürecek mi? Gelecek öngörünüz nedir?
-Bu konuda görüş belirtmek için henüz erken. Ancak zayıflaması olasılığı artması olasılığına göre daha baskın denilebilir. Gösterilerin başsız ve belirli bir amaçsız olması, bir önceki cevapta olduğu gibi çeşitli toplum kesimlerinin “kendileri açısından” bakmaları, yine toplumun geniş kesimlerinin bu gösterilere somut ve sokakta destek vermemesi zayıflaması olasılığını da beraberinde getiriyor. Bir süre daha devam edecektir ancak nereye doğru gideceğini net bir şekilde görmek için bir süre daha beklemek gerektiğini düşünüyorum.
-İran’daki günlük yaşama dair sosyal medya üzerinden paylaşılan görüntülerde, eğer bir kurgu değilse, kadınların çok büyük bir çoğunluğunun “hicap” dayatmasına fiilen son verdiğini görüyoruz. Sizce İran’daki siyasi iktidar bu dayatmanın Batı emperyalizminin “renkli devrim” planlarına son derece haklı bir temel sunduğunu mu fark ettiler, yoksa bu sadece geçici bir geri çekilme mi?
-Hicap dayatması son buldu diyebilir miyiz, emin değilim. Bu konjonktür gereği, gösteriler tam da devam ederken göstericilerin daha fazla tahrik olmaması için yaşanan bir yumuşama da olabilir. Ancak bu gibi durumların Batı açısından renkli devrimler için gerekçe olarak kullanıldığı da bir gerçek. Yönetim bu kozu ortadan kaldırmak istedi. Ama şöyle bir gerçek de var: Bu türden kazanımlar geri döndürülemiyor. Yani bu gösterilerin en azından hicap ile ilgili olarak bir kazanım ile devam ettiği söylenebilir. Bir gerçek daha var, o da gençlerin sokaktaki “ayaklı devlet otoritesine” (din adamları, ahlak polisi vs.) karşı seslerini çıkarma, tepki gösterme örneklerini yaşamış olmaları ve bunun mümkün olduğunu keşfetmeleri. Bunların bile bir kazanım olması bakımından geri döndürülmesi çok zor. Geçici geri çekilme olduğunu da söyleyebiliriz. Ancak yönetim de artık biraz gevşemenin vaktinin geldiğini gördü sanırım. Birçok konu olduğu gibi duruyor ancak İran’da en azından belli konularda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylenebilir.