Prof. Dr. Celalettin Yavuz (tasam.org)
“Şayet Türkler olmasaydı Rus tarihi en azından 1000 yıldır boşluk içinde kalırdı!“ demek yanlış sayılamaz. Zira Türk-Rus ilişkilerinin tarihi, yüzyıllardır birbiriyle komşuluk yanında aynı bölgeyi ve hatta aynı devleti paylaşan, bugün dahi paylaşmaya devam eden eşine az rastlanır bir ilişkiler yumağıdır. Türkler ve Ruslar, 1665-1917 döneminde her otuz yılda bir savaştığı gibi sekiz büyük barış antlaşması imzaladılar. İki millete ait devletler diğer ülkelerle kurdukları ilişkilerden de etkilenmiş olup her iki ülke üzerinde bir diğerinin etkisi rahatça anlaşılabilmektedir.
Bugün Rus hâkimiyeti altındaki topraklardan Kırım’a ilk giren Türk kavimi Hun Türkleridir. Ancak, göçebe oldukları için Kırım’da kalıcı olmayan Hun Türklerinden sonra Köktürkler, On-Ogurlar, Kuturgurlar, Hazar Türkleri ve Peçenekler zaman içinde sırasıyla Kırım’da varlık gösterdiler. Peçenekleri yenerek bölgede hâkimiyet kuran ve Kırım’la birlikte stepleri de ele geçiren Kıpçaklar da bölgede 200 yıl süreyle hâkimiyet kurdular. Cengiz Han’ın torunu Batu Han tarafından kurulan Altın Orda Devleti (Kıpçak Hanlığı), XIV. yüzyılın sonlarına doğru Timur akınları ile son bulunca Kırım, Kazan ve Astrahan hanlıkları kuruldu. (Hülagü, 2005, s. 321)
Ruslarla Türkler arasında Avrasya’nın değişik yerlerinde genelde hasmane şekilde gerçekleşen ilişkileri Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde Karadeniz havzası, Kafkaslar-Balkanlar ve Yakındoğu bölgesi merkezli incelemek isabetli olacaktır. Öte yandan bu ana mihverlere paralel olarak “İç Rusya“ Türkleri ve “Merkezî Asya Türkleri (Türkistan Türkleri) ile Ruslar arasında genelde Türkler aleyhine gelişen ilişkiler de önemlidir. Türklerle Ruslar arasındaki “millî sorunları“ tam olarak idrak edebilmek maksadıyla doğal olarak derin izler bırakan Sovyetler Birliği dönemi ile bu ülke dağıldıktan sonraki yeni dönemin (soğuk savaş sonrası) de incelenmesiyle sağlıklı bir sonuca ulaşılacaktır.
İstiklâl Harbi sırasında TBMM Hükümeti, önce Gümrü Antlaşması, ardından da Moskova Antlaşması ile bugün de kullanılan sınırlar üzerinde uzlaşma sağladılar. Mustafa Kemal ve Vladimir Lenin arasındaki iletişimin ardından Bolşevik Rusya’dan önemli yardımlar alındı.
Sovyetler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında ikili ilişkilerde karşılıklı saygıya dayanan kısa vadeli bu iş birliği döneminin ardından âdeta tekrar hatırlanan “tarihsel rekabet“ 1930’lu yılların ortasından itibaren yeni boyutlar ve içeriklerle tekrar ortaya çıktı.
II. Dünya Harbi sona ererken Sovyetler, Türkiye’den; Sınırın yeniden çizilmesi, Boğazlarda Sovyet üslerinin kurulmasına izin verilmesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin gözden geçirilmesi gibi kabul edilmesi mümkün olmayan isteklerde bulundular.
1960’lı yıllarda Sovyetler Türkiye açısından önemli ağır sanayi yatırımlarını gerçekleştirdiler. Ancak soğuk savaşın etkisiyle taraflar birbirlerine karşı güven bunalımı içerisindeydiler.
Soğuk savaş sonrasında ortak boru hatları projeleri, nükleer santral inşası vb. ekonomik alanlarda ortaklıklara rağmen tarafların “huzursuz ortaklık“ şeklinde özetlenen farklı tercihlerinden bazıları şöyle:
Soğuk savaş sonrası Dağlık Karabağ sorunu.
Yugoslavya’nın dağılması sonrası Bosna-Hersek ve Kosova krizleri.
1997-1998 döneminde Türkiye’nin muhalefetine Rusya rağmen GKRY’ye S-300 füze savunma sistemi satmak istedi.
Rusya’nın, 2008’de Gürcistan’a müdahaleyle bölge istikrarına darbe vurması.
Rusya’nın 2014’te çıkarttığı krizle Kırım’ı ilhak edip, Doğu Ukrayna’da istikrarsızlığa sebebiyet vermesi.
PKK gibi Türkiye aleyhtarı terör örgütlerine ve yandaşlarına desteği.
Suriye iç savaşında başlangıçtan itibaren Türkiye ile farklı tercihler.
Libya’da iki ülkenin çıkarlarını çatışması.
Yazının tamamını okumak için tıklayın