Bu yazıda, insan dilinin evrimini Afrika savanası bağlamında antropolojik ve dil bilimsel açıdan ele alacak ve Göbeklitepe’nin bu öyküdeki olası rolünü tartışacağız.
Öncelikle savanaların tanımını yaparak başlayalım. Savanalar, Ekvatoral bölgelerde yer alan seyrek ağaçlı ve geniş otlaklarla kaplı alanlar. Erken atalarımızın savanada yaşarken iletişim kurmak için sesli ve görsel sinyaller kullandıkları ve bu nedenle dilin ilk olarak Afrika savanalarında ortaya çıkmış olabileceği düşünülüyor.
Ses dalgalarının açık alanda engellenmeden daha uzağa ulaşabilmesi nedeniyle savanalar, iletişim kurmak için ideal bir ortam sunmuş olabilir. Ayrıca, atalarımız savanalarda el kol hareketi gibi görsel sinyalleri de daha iyi algılayabilmişlerdir. Bu sessiz iletişim modeli, özellikle avlanma sırasında av stratejilerinin koordine edilmesi için önemli bir araç olmuştur.
Arkeolojik ve paleontolojik bulgular, insansı atalarımız olan hominidlerin savanalarda en az 4 milyon yıl önce yaşamaya başladığını ortaya koyuyor. Örneğin, yaklaşık 2.4 ila 1.4 milyon yıl önce yaşamış olan Homo habilis türünün kalıntıları genellikle savana alanlarında bulunmuş. Biz Homo sapiensler, hominid soy ağacının en son evrimleşen ileri dallarıyız.
Hayatta kalma ve üreme içgüdüleri, atalarımızı savana ortamına uyum sağlamaya zorlamış. Toplayıcılık, avcılık ve göç gibi zorunlu etkinlikler insanlarda sinyalleşme yeteneklerinin evrimini tetiklemiş olabilir. O zamanlar başlayan iletişim evrimi, insanlığın gelişimi süresince devam etmiş ve son 10-12 bin yılda belirgin bir ivme kazanmış.
Dilin evrimi yavaş ilerlese de, sonuç olarak insanların ortak amaçlar doğrultusunda etkili iletişim kurabilmelerine olanak tanımış. Bu gelişim, toplumların daha organize hale gelmesine ve insanlığın ilerlemesine katkıda bulunmuştur. Göbeklitepe’nin yaklaşık 12 bin yıl önce inşa edilmesi, kolektif iş birliğinin ve sosyal bağların dilin erken gelişimini desteklediğine ilişkin önemli bir örnek.
Arkeolojik buluntular, ilk insanların belirli olayları duyurmak için çeşitli nesneleri ve göğüslerini davul gibi kullandıklarını gösteriyor. Kemik ve taşlardan yapılmış davul benzeri nesnelerin keşfi, bu savı destekler nitelikte. Bu nesnelerin yaşı, Homo sapiens atalarımızın ilk ortaya çıktığı dönemlere kadar uzanmakta ve böylelikle ilkel iletişim yöntemlerinin kökenine dair bir fikir vermekte.
Ekvatoral Afrika’da yaşayan erkek gorillerin potansiyel bir tehdit algıladıklarında göğüslerini dövmeleri, erken ataların iletişim kurma biçimlerine antropolojik perspektiften ışık tutuyor. Bu tür vuruşlarla üretilen sesler, konuşma öncesi dönemde bilişsel frekans aracılığıyla iletişimin kavramsallaştırılmasına yardımcı olmuştur.
Dil ve konuşmanın evrimsel tarihinde homurtu, mırıltı, hırıltı ve çığlık seslerinin kullanılışı önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor. Mimikler, duruş, yüz ifadeleri ve el kol hareketleri gibi sözel olmayan sinyallerin akustik sinyalleri tamamlayarak iletişimi kolaylaştırdığı düşünülüyor.
Bu evrimsel süreçte insanların yalnızca seslerle değil beden diliyle de iletişim kurmaları, dillerin daha karmaşık ve etkili hale gelmesine katkı sağlamış. Zamanla belirli nesneleri ve durumları ifade etmek için kullanılan sesler ve hareketler ortak bir anlam sistemi oluşturmuş.
Etkili iletişim kurabilmek ve birlikte hareket edebilmek için insanların ortak bir dil ve bilgi birikimine ihtiyacı vardır. Bu ortak zemine “ortak anlam sistemi” diyoruz. Bu sistem, dilin ilerlemesinin ve toplumların oluşmasının önünü açmış. Örneğin, Göbeklitepe gibi anıtsal yapıların inşası, bu tür bir ortak anlam sisteminin kuzey Mezopotamya’da var olduğunu dolaylı olarak gösteriyor.
En eski yazı olan Sümer çivi yazısı Milattan Önce (M.Ö.) 3500’lerde bulunmuştur. Göbeklitepe’nin inşası ise yazının bulunmasından yaklaşık 6500 yıl önce tamamlanmış. Herhangi bir yazılı kayıt bulunamayacağına göre, orada hangi öncü dilin konuşulduğunu ve o dilin hangi modern dillerin atası olduğunu asla bilemeyeceğiz. Ayrıca, tek bir dil mi yoksa birden fazla dil mi konuşulduğunu da bilemeyeceğiz.
Arkeolojik buluntular, Göbeklitepe’yi kuranların ileri teknolojiye sahip olduklarını gösteriyor. Örneğin, kazılarda keskiler, delme aletleri, cilalama taşları, obsidyen (cam kaya) bıçaklar ve kemik iğneler gibi birçok araç gereç bulunmuş. Bu araç gereçlerin nasıl adlandırıldığını bilmesek de hepsinin birer adı olduğunu ve insanların bu adları kullandığını varsayabiliriz.
Sık kullanılan araç ve nesnelere verilen adlar, binlerce yıllık etkileşimler sonucunda dilin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. İnsanların düşünme mekanizması ‘minimum eforla maksimum yarar’ elde etmeye odaklı olduğu için bu adların kısa, basit ve tekrarlanabilir olması tercih edilmiştir. Türkçeden taş, su, od, kuş, ot, ay, gün, yaz, ok, yay vb. örnekler verilebilir. Bu tür kısa ve öz sözcükler, daha hızlı ve etkili iletişim kurulmasına yardımcı olmuştur.
İnsanların mimik veya el kol hareketi yapmadan karşılıklı konuşmaları neredeyse olanaksızdır. Bu durum, iletişimin yalnızca sözlü değil aynı zamanda bedensel ifadelerle de zenginleştiğini gösterir. Beden dili ve mimiklerin, dilin bilişsel yapılanmasında da etkili olduğu açıktır.
Görme engelli doğan bebekler de dâhil olmak üzere tüm bebekler, doğal olarak el hareketlerinden yararlanarak iletişim kurarlar. Bebekler büyüdükçe el hareketlerini daha az yapsalar da, sonuçta bu hareketler anlamı vurgulama isteğinden kaynaklanır. El kol hareketlerinin görme engeline bağlı olmaması, insan dilinin temel içgüdüsel bileşenlerinden biri olduğunu düşündürüyor.
Düşünme belirtisi olarak başı kaşımak veya çeneyi tutmak, şaşkınlık belirtisi olarak gözleri ve ağzı açmak, güç belirtisi olarak elleri bele koymak ya da neşelenince alkışla tempo tutmak gibi gelişimsel reaksiyonlar, doğuştan görme engellilerde de gözlemlenebilir.
Cep telefonunda konuşurken elleri aktif olarak kullanmak, duyguları ve anlamları daha etkili biçimde iletmek içindir. Ayrıca, yol tarif eden birinin, dolu değilse mutlaka ellerini kullandığını gözlemlemişizdir.
Dil ve beden hareketleri arasındaki bu ilişki, kültürel farklılıklar bağlamında da belirgindir. Ellerin kullanımı özellikle de İtalyan kültüründe iletişimin bir parçası olduğu görüntüsünü vermektedir. Bu davranış, duyguları vurgulamak ve etkileşimi artırmak için alışkanlık haline gelmiş köklü bir örüntüdür. Bununla birlikte, el hareketlerinin farklı kültürlerde yanlış anlamalara yol açabileceğini anımsamakta yarar var.
İlk insanlar, gün içinde hem işitsel hem de görsel uyaranlarla iletişim kurmuşlar. Ancak, iletişim gece karanlığında gerçekleştiğinde durum değişiyor, seslere eşlik eden görsel uyaranlar doğal olarak görülemiyordu.
Görsel uyaranların eksikliğini gidermek amacıyla, farklı koşullar için seslerde farklı tonlama üretme ihtiyacı ortaya çıkmış. Sonuçta, gece iletişim kurmanın zorluğu ses tonlarının çeşitlenmesine katkıda bulunmuş olabilir.
İlk insanların hayatta kalma mücadelesinin, sesli iletişimin gelişimindeki rolünü anlamak için şöyle bir senaryo düşünelim: Savana ekosisteminde yaşayan bir klan gece uyurken, gözcüler nöbet tutmaktadır. Gözcülerin, uyuyanları potansiyel tehlikelere karşı çeşitli seslerle uyarması gerekmektedir.
Ancak saldırı tehdidinin türü değişmektedir; bazen sırtlan, yılan ya da yırtıcı kuşlar, bazen de düşman bir klan olabilmektedir. Tehlike anında bir kargaşa yaşanmaması için gözcülerin tehdidin türüne ve niteliğine özgü farklı uyarı sinyalleri çıkarmaları çok önemlidir.
Bu nedenle hem gözcüler hem de klan üyeleri, her bir uyarı sesinin özel anlamını bilmek zorundaydı. Örneğin: “kurt geliyor, kayalara tırmanın”, “yılan geliyor, ayakları yere vurun” ya da “kartal geliyor, ağaç altına kaçın”. Bu uyarılar, yakın bir tehdit durumunda hızlı yanıt verilmesini kolaylaştırıyordu. Böylece klan üyeleri nasıl pozisyon alacaklarını bilir ve hemen harekete geçerlerdi.
Aynı sesler belirli bir tehdidin işaretini vermek için sıkça kullanıldığında, bu uyaranlar dil repertuarına entegre olur ve sonraki kuşaklara aktarılır. Bu süreç, seslerin belirgin anlamlar kazanmasına yol açtığı için dilin gelişimi açısından kritik öneme sahiptir. İçgüdüsel davranışlar, iş birliği ve sosyalleşme yoluyla ses birimlerinden sözcüklerin türetilmesi, dilin evriminde önemli bir aşamayı temsil etmektedir.
Erken insanların konuşmaya başlamadan önce, basit seslerle iletişime geçtiklerini öngörebiliyoruz. İnsanların bilişsel kapasitesi, işte bu basit seslerden anlamlı sözcükler ve karmaşık kurallara sahip diller yaratmalarına olanak tanımıştır. Bu nedenle dilin evrimi, insanın bilişsel evrimine paralel olarak gerçekleşmiştir denebilir.
Doğu ve Orta Afrika otlaklarında yaşam Homo türü için güçlüklerle dolu, kırılgan ve oldukça kısaydı. Antropolojik araştırmalar atalarımızın değişen iklim koşulları, yiyecek kıtlığı, salgınlar ve yırtıcılarla mücadele ettiğini göstermektedir. İklim dalgalanmaları, Homo türünün yaşamını büyük ölçüde etkileyerek adaptasyon becerilerini geliştirmelerine yol açmıştır.
Atalarımız, sosyal bağlar ve işbirliği sayesinde gruplar halinde hareket ederek hayatta kalma şansını artırmış. Bu durum yiyecek toplama, avlanma, barınma ve Afrika’nın dışına yayılma gibi etkinliklerde koordinasyonu sağlamış.
Göçebe yaşamdan yerleşik düzene geçiş, dilde önemli bir dönüşüme yol açmıştır. Tarımın gelişmesi ve ticaretin artması dilin daha da zenginleşmesine ve işlevselleşmesine katkıda bulunmuştur. İletişim kurmak, bilgi ve deneyimleri paylaşmak, yasaları ve sosyal düzeni oluşturmak için dil giderek daha önemli hale geldi.
Dilin evrimi yalnızca sağ kalmayı değil, aynı zamanda ritüel merkezlerinin ve anıtsal yapıların inşasını da olanaklı kılmış. Başlangıçta savana yaşamının zorluklarına yanıt olarak doğan dil, yerleşik yaşamla birlikte komplike yapılara evrilmiş ve göğse vuruşlardan Göbeklitepe’nin yapılış organizasyonunu sağlayacak bir düzeye ulaşmış.
Göbeklitepe’nin inşası, çok sayıda insan arasında ortak bir anlam sisteminin yanı sıra ortak bir inanç ve değerler sistemini paylaşıldığını ortaya koyuyor. Böylesine devasa bir projenin gerektirdiği görevlerin iletişim yardımıyla düzenlenmesi, dilin savanadan Göbeklitepe’ye yükselişini gözler önüne seriyor.
Göbeklitepe tarih öncesi dönemin yalnızca büyük mimari başarılarının değil, aynı zamanda dilsel ve toplumsal gelişimin de zirvesini temsil ediyor.