Geçen yazımda başladığım Hint Marksist tarihçi Vijay Prashad (fotoğrafta) ile gazeteci Kavel Alpaslan’ın yaptığı söyleşiden bazı bölümleri aktarmaya devam ediyorum.
– İlginçtir Samuel Huntington, kıdemli siyaset bilimci, ABD’de bilmiyorum belki 20 hükümete danışmanlık yapmıştır. Çok önemli birisi. Huntington 1950’lerde “askeri modernleşme” adı verilen bir teori geliştirmeye başladı. Geri kalmış ülkelerde modern olan tek kurumun ordu olduğunu söylüyordu. Yani Bolivya, Türkiye, Pakistan gibi ülkeler… Bu ülkelerin gelişmiş demokratik kurumları olmadığını savunuyordu. O halde bizim oralarda askeri darbeleri desteklememiz gerekiyor ki ordu moderniteyi yaratabilsin diyordu.
– Bu 1950’lerde ABD’nin resmi politikası haline geldi. Bu görüş ABD hükümetinin orduları desteklemesini mümkün kılıyordu. Jean Kirkpatrick, siyaset bilimci daha sonra ABD’nin BM elçisi oldu. “Kötü olan otoriterlik ile daha kötü olan totalitarizm arasında bir ayrım olduğunu” söyleyen makaleler yazdı. Sovyetlerin totaliter olduğunu, diktatörlüklerinse otoriter olduğunu bunda da bir sorun olmadığını ve otoriterliğin desteklenebileceğini söylüyordu. Bu çılgınlıkta bir görüş yani.
– Müzisyen Neil Young 1980’lerde Sovyetler Birliği’ne gidip sahne alacaktı ama bu gerçekleşemedi. Bunun üzerine Neil Young “Keep on Rocking in the Free World” (Özgür Dünyada Sallanmaya Devam) adlı bir şarkı yazdı. Çok güzel bir şarkıdır. Nakaratı Keep on rocking in the free world şeklindedir ama şarkının sözleri ABD’nin sokaklarındaki evsizler hakkındadır, yoksulluk hakkındadır, savaş hakkındadır. Batı’nın eksiksiz bir eleştirisidir. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçen ay Kiev’e gitti, Ukrayna hükümetiyle yaptığı görüşmeden sonra bir gece kulübüne uğradı. Elektrogitarını eline aldı ve bu şarkıyı çaldı: Keep on Rocking in the Free World. Ama bu Özgür Dünya görüşünün eleştirisi oysa ki. (gülüyor) Ne diyebilirim ki!
– Öncelikle ABD ve onun NATO müttefiklerinin, bir tip Avrasya ekonomisinin inşa edilmesinden ciddi anlamda korktuğu açık. Çin endüstrisiyle Rus enerjisinin Avrupa ile bir bağlantıyı beslemesinden bahsediyoruz. Kuzey Akım 1 ve 2 aracılığıyla Rus enerjisi Avrupa’ya akıyordu. Çin mal ve hizmetleri yüksek teknoloji de dahil olmak üzere Avrupa’ya geliyordu.
– Avrupa’daki özellikle de Almanya’daki imalât, Ruhr Vadisi’nden Wuhan’a kayıyordu. Bir entegrasyon yaşanıyordu. Türkiye bu işin ortasındaydı. Aslında bu entegrasyon gayet iyi işliyordu. Türkiye ile İran’ı birbirine yaklaştırdı çünkü Pekin’den Van Gölü’ne kadar giden bir tren vardı. Sonra Van Gölü’nü bir feribotla geçtikten sonra tekrar Paris’e doğru yola çıkabiliyorsunuz. Bu inanılmaz.
Bir yük treni Pekin’den Paris’e kadar bu rotadan gidebilir. Daha sonra kuzeye giden bir rota da olacaktı. Avrupa ülkeleri Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılıyordu, değil mi, 17 ülke katıldı. Bu gelişme ABD için korkunçtu. Çünkü bu, Avrupa’nın Atlantik İttifakı’ndan ayrılması anlamına geliyordu. ABD en azından böyle görüyordu. Avrupalılar ait oldukları Avrasya kara parçasına doğru kayıyorlardı.
– İklim değişikliği açısından da Avrupa için doğal gazı Rusya’dan almak çok daha mantıklıdır. Aksi takdirde ABD’nin kuzeyinde hidrolik kırma işlemi yapılması, hidrolik kırma gazının New Orleans’a gönderilmesi, orada sıvılaştırılıp gemilere konulması, gemilerin Atlantik’i aşıp Hamburg’a ulaşması, sıvılaştırılmış gazın karaya taşınması ve sonra tekrar gaz haline dönüştürülmesi gerekiyor. Bu ekolojik anlamda tam bir kâbus. Kuzey Akım 2 boru hattını kullanmaksa çok daha kolay. Yani ABD Avrupa’nın Asya ile sahip olduğu doğal bağa sürüklenmesini istemiyordu. Ancak bu Türkiye için çok iyiydi, İran için de öyle. Çünkü İran’ı dünya ekonomisine entegre ediyordu. Ancak ABD için bunların durdurulması gerekiyordu.
– Dolayısıyla ilginç bir şekilde ABD, güvenlik belgelerinde görüldüğü üzere son derece açık bir şekilde Ukrayna ve Tayvan’ı, Rusya ve Çin’i taciz etmek üzere iki enstrüman olarak konumlandırdı ve Tayvan’da Çin’e yönelik taciz çok ilginç bir şekilde yapıldı.
– Oysa ABD 1978’de yalnızca bir Çin olduğu ve Pekin’in başkent olduğunu kabul etmişti. Buna rağmen ABD Tayvan ile ilişkilerini sürdürmeye devam etti. Buna Tayvan Dostluk Kanunu gibi bir şey deniyor.
– Tayvan’a satılan silahlar ve ABD Kongre üyelerinin oraya gidişi ile birlikte gerilimi tırmandırdılar. Ancak Çinliler buna şiddetli bir cevap vermedi. Çin savaşa falan girmedi. Çin ve Rusya her ikisi de baktı ve izledi.
– ABD önceki yıllarda nükleer silahsızlanma ve düzenleme anlaşmalarından birbiri ardına çıkmıştı. Anti balistik füze anlaşması, kısa menzilli füze anlaşması, hepsinden ayrıldı. Putin Münih’te 2007’de bir şey söylemişti. “Eğer ABD bu anlaşmalardan çekilirse ve eğer kısa menzilli nükleer füzelerini Ukrayna’ya ya da Tayvan’a yerleştirirse Rusya ve Çin kentlerini saniyeler içinde yok edebilir”.
– Buna karşı caydırıcı olmak çok zor. Yani ABD fiilen Rusya ve Çin’i Ukrayna ve Tayvan’a karşı kışkırtmaya çalışıyordu. Çinliler doğrudan kışkırtılmadı, ABD ile satranç oynamaya devam etti. Ruslar Donbas bölgesine girmemeleri halinde füzelerin Ukrayna’ya ulaşma tehlikesi olduğunu gördü.
– İnsanların şunu bilmesi gerekiyor: Bir ülkenin başkentinize saldırabilecek kısa menzilli nükleer füzelere sahip olması güvenli değil. Yani Batı belgelerinde de söyledikleri üzere Rusya ve Çin’i zayıflatmaya çalışıyorlar. Güney Çin Denizi’ndeki çatışmayı da bu (ABD) kışkırttı. Ukrayna’daki çatışmayı da bu kışkırttı. Ve dolayısıyla NATO’nun rolünü güçlendirdi. Avrupa’nın daha da fazla ABD’nin emri altına girmesine neden oldu. Tüm bunlar yaşanırken, Çinliler çok zekice İranlıları ve Suudileri ayna masaya oturtmayı başardı. Böylece İran ve Suudiler Çin’e geldi. Yıllardan sonra ilk kez el sıkıştılar. İletişim kanallarını açtılar -kamuya açık olanlarını. Önceleri özel kanalları vardı şimdi kamusal iletişim kanalları-. ABD’nin tepkisi ne oldu? ABD Hindistan’daki G20 toplantısına geliyor ve diyor ki “Tamam biz adı Hindistan – Orta Doğu – Avrupa Koridoru” olan bir koridor yapacağız.
– Rastlantı bu ya, seçtikleri limanlar Hint milyarder Gautam Adani’nin şirketine ait. Koridor Hindistan’ın Gujarat kentinden başlayıp Dubai ve Abu Dabi’ye gidecek. Sonra Suudi Arabistan’ı geçip İsrail’in Hayfa limanına, oradan da Yunanistan’a geçecek. Bay Adani Yunan limanının da sahibi, Hayfa limanının da, Gujarat limanının da sahibi. Yani bu koridor Hindistan–Orta Doğu-Avrupa Koridoru değil Adani Koridoru olacaktı.
– Bu kurulurken bile tehlikeliydi. Çünkü bu, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki fiili (defacto) normalleşmenin bir yoluydu. Hatırlayın Suudi Arabistan, Bahreyn ve Fas’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği Abraham Anlaşmalarına katılmamıştı. Yani böylece S. Arabistan-İsrail ilişkileri fiilen normalleşmiş olacaktı çünkü koridor buradan geçecekti.
– Tam bu anlaşmayı tamamladıklarında 7 Ekim saldırısı gerçekleşti. Ve bir bakıma Hamas ve İslami Cihat bu anlaşmayı Hint Okyanusu’na attı. Çünkü bu noktada S. Arabistan’ın bu koridoru İsrail üzerinden inşa etmesi imkansızdı. Şimdi artık çok zor.
– Çok sık gördüğüm bir şey var ki, İsrail perspektifinden bakıldığında Filistinlileri sadece Gazze’den temizlemeye, orayı İsrail’e dahil etmeye çalışacaklarına dair bir görüş var. Çünkü geleceği bu tip koridorların inşaasında görüyorlar… Bence bu işin içinde çok şey vardı. Çünkü Gazze kritik bir liman bölgesi. ABD’nin bu küçük ve geçici iskeleyi inşa etmesi dikkat çekiciydi. Kimileri doğal gaz var diyor. Size açıkça söyleyeyim, bu doğal gazla ilgili değil. Çünkü İsrail asla doğal gazı Filistinlilerin almasına izin vermezdi. İsrail ile Lübnan arasında Akdeniz’deki doğal gaz sahası hakkında uzun süredir bir anlaşmazlık yaşanıyor. Dolayısıyla doğalgaz için gidip Filistinlileri ortadan kaldırmaları gerektiğinden emin değilim. Bu ABD’nin karşı karşıya kaldığı geniş kapsamlı, dünyadaki kontrolü kaybetme mücadelesiyle ilgili. Umutsuzca kontrolü korumaya çalışıyorlar. Çin-S. Arabistan-İran anlaşması gelişmeye devam etseydi, ABD Orta Doğu’da hiçbir yerde olamazdı. Çünkü en büyük ortakları S. Arabistan ABD’ye sırtını dönmüş olacaktı.
– Bir NATO ülkesi olan Türkiye, o gün askeri üslerde yaşananlardan bu yana ABD ile zaten karmaşık ilişkiler geliştirmiş durumda. Erdoğan ABD ile karmaşık bir ilişki geliştirdi. ABD’ye ya da NATO’ya sırtını döndüğünü söyleyemezsiniz, yüzünü Rusya’ya döndüğünü de söyleyemezsiniz. Hayır kendi oyununu oynuyor. Ancak güvenilir bir müttefik değil. S. Arabistan da güvenilir değil. Eğer Suudiler güvenilir değilse Mısır da artık güvenilir değil. Çünkü Mısır Suudilerce finanse ediliyor. General Sisi Suudi parasına güveniyor.
– Yani Çinliler Orta Doğu’yu Kuşak ve Yol Projesi’ne tamamen dahil edebilmiş olsaydı bu ABD için bir felâket, bir kâbus olurdu. Yani ABD bu savaştan mutsuz değil. Ama bu koridoru inşa etmeyi ve yeni Abraham Anlaşması ile S. Arabistan’ı İsrail ile ilişkilerin içine çekmeyi tercih ederlerdi. Ancak bu paramparça oldu ve mümkün olacağını da düşünmüyorum.
Herkese keyifli günler dilerim.
Fotoğraf: The People’s Forum NYC