Köleliğin tarihi çok eskidir. En erken izlerine Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında rastlandığı ileri sürülen köleliğin o zamanki uygulama biçimi savaş esiri olmak veya borçlu olmak biçimindeydi.
Yani ya savaşta esir düşecektiniz kazanan tarafın kölesi olacaktınız ya da borcunuzu zamanında öde(ye)meyecektiniz o zaman da borçlu olduğunuz tarafın kölesi oluyordunuz.
En erken uygarlıklar daha da eski olduğuna göre aslında köleliğin başlangıcını insanların yaptıkları ilk savaşlara ya da borcunu öde(ye)meyen ilk insana kadar götürmekte yarar var. Ne zaman olduğu bilinmiyor ama ilk esir düşenler veya borcunu öde(ye)meyenler ilk köleleri oluşturuyordu dersek pek de yanılmış olmayız.
Yunan ve Roma uygarlıklarında köleliğin çeşitlendiğini görüyoruz. Daha doğrusu köleler artık tek bir alanda yok, tarımda, ev hizmetlerinde, sanat, eğitim ve yönetim alanlarında da köleler çalıştırılıyor. Antik Yunan ve Roma’da kölelik toplumsal bir statüye kavuşturuldu aynı zamanda. Köleler toplumun en alt tabakasını oluşturmaktaydı artık. Hiçbir şey olmaktan iyidir tabii. Toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası oldular.
Kölelerin hakları yoktu, sahiplerinin emirlerine uymak zorundaydılar, bir mal gibi alınıp satılabiliyorlardı. Biz bugün köle deyince genellikle Afrikalı siyahları hatırlıyoruz ama onlar belki de en son köle yapılan insanlardı. Köleliğin siyah veya beyaz olmakla, etnik kökenle, cinsiyetle hiçbir ilgisi yoktur.
Kölelik ekonomik nedenlerden dolayı da oluşuyordu biraz önce söylediğim gibi, alacaklı olanlar, borcunu ödeyemeyenleri köle haline getiriyordu. Hatta doğal olaylar da köleliğe yol açabiliyordu. Örneğin sel, yangın, deprem dolayısıyla her şeyini kaybeden insanlar köle haline geliyordu.
Türkçe konuşan topluluklarda da tabii ki kölelik yaygın olarak bulunuyordu. Bir boy başka bir boya esir düşünce de köle olarak kullanılabiliyordu. Yani bir Türk başka bir Türk’e köle olabiliyordu. Başka ulusları köle yapmak için ise savaşmak ve onları yenmek yeterliydi. Yenilen taraf yenenlerin kölesi oluyordu.
Oğuz/Türkmenlerin köleleri
Oğuzlar adlı dev yapıtın sahibi S. G. Agacanov Oğuzlar/Türkmenleri anlatırken onların da köleleri olduğundan söz eder.
Oğuz ve Türkmen toplum üyelerinin, servet ve sosyal konumlarına göre çeşitli statülere sahip olduğunu belirten Agacanov, varlıklı erlerin (yani kişilerin) evlerinde hizmetçileri ve köleleri bulunduğunu kaydederek “Saldırılara ve savaşlara katılıyorlardı. Ancak, varlıklı kimseler olmasına rağmen, fakir veya servet bakımından aşağı düzeyde bulunan toplum üyelerine de rastlanmaktaydı. Bunların toplum içindeki yeri, pek de belirgin değildi. Kaşgarlı Mahmud, ‘Yatukların-Oğuz fakirlerinin savaşlara katılmadıklarını’ aktarıyor. ‘Oğuz Töresi’, oturakların -yerleşik ve yarı yerleşik toplum üyelerinin- her türlü haklarını kısıtlamıştır” der.
10-13. yüzyıl Oğuz ve Türkmen toplumunda, fakir erlerin sayısının bir hayli yüksek olduğunu dile getiren Agacanov, “İbn Fadlan, göçebe Oğuz boyları arasında toplumun alt tabakasının fakirlerden oluştuğunu”, bir fakir hastalandığında, köleler gibi herhangi bir bakımdan yoksun olarak bozkıra bırakıldığını yazar. Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde, Oğuz fakirlerine “yoksul” ve “cigan” denildiğini aktaran Agacanov, daha geç dönem kaynaklarının, Türkmenler arasındaki “yoksullardan, ciganlardan ve sefilgarapçilerden” söz ettiğini belirtir ve ekler: “Şüphesiz, yoksullar fakirlik yüzünden sürünen insanlardı. Yoksul kelimesi etimolojik olarak bu duruma işaret etmekte ve ‘yok’ yani ‘yok, bulunmayan’ anlamına gelmektedir”.
Agacanov fakirlerle kölelerin nasıl aynı konuma geldiklerini ise şöyle anlatır:
“Oğuz ve Türkmenlerin fakir ve sefil tabakaları, düştükleri kötü duruma göre, sosyal statü bakımından kölelere yaklaşıyorlardı. İbn Fadlan’ın Risalesi’nde, fakirler kölelerle aynı konumda degerlendirilmişti. Yine de sınırlı mal varlığına sahip olanları ve fakirleri, hiçbir sosyal hakkı bulunmayan kölelerle eşit tutmamak gerekir. Muhtemelen, bu dönemde itaat altına alınan bazı boy ve kabileler, kısmen köle durumunda bulunuyorlardı. Bu bakımdan Kirman Oğuzları hakkında verilen bilgiler, büyük ilgi çekmektedir. Muhammed İbrahim, 12. yüzyılda onların arasında esir alınan ve köle konumuna düşürülen Türkmenlerin olduğuna işaret etmektedir.”
Kadın köleler
Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde Oğuz ve Türkmenler arasında köle, kul ve gulamların bulunduğuna ilişkin birtakım bilgiler olduğunu belirten Agacanov, Divan-ı Lügat et-Türk’te, köle ve kullardan, ayrıca “yalanguk” ve “kırnak” olarak adlandırılan kadın kölelerden bahsedildiğini kaydeder. Bu arada belirtelim ki Kırnak (gırnak) kelimesi 11-14. yüzyıllara ait sözlüklerde ‘kadın köle’ anlamında değil, ‘hizmetçi’ anlamında kullanılmıştır.
Kun, yalanguk ve karabaş terimlerinin de aynı anlamlarda kullanılmakta olduğunu belirten Agacanov “Kadın köleler, ev hizmetçisi ve cariyeler olarak kullanılıyorlardı. Kullar, çeşitli ev işlerinde görev yapmakta; beylerin, emirlerin ve hükümdarların özel korumasını üstlenmekteydiler. 11. yüzyılda asilzadelerin yanında, sıradan toplum üyelerinin de köleleri vardı” der.
Orta Çağ kaynaklarında, Oğuz ve Türkmenlerin hayvan bakımında kölelerden yararlandıklarına dair hiçbir bilginin bulunmamasının dikkat çekici olduğunu kaydeden yazar “Ancak, diğer Türk kabilelerinde olduğu gibi, onların da hayvanların bakımında köle emeğine başvurduklarını tahmin etmek hiç de zor değil. Yoğun emek gerektiren çarvacılık (hayvancılık yapma, M.G.) koşullarında kölelerin kullanılması verimli değildi ve bu yüzden pek kullanılmamıştı. Köleler, daha ziyade ev işlerinde kullanılmaktaydı” der.
Kadın köle olarak yaratılmış
“10-12. yüzyıllarda Oğuz-Türkmen toplumunda köle ve esirlerin durumu oldukça ağırdı” diyen Agacanov, Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde, sahibin kendi kölesini dövdüğünden bahsedildiğini kaydederek “Baskı ve dayatma, bazı zamanlarda kölelerin nefret ve karşı koymasına yol açmaktaydı. Eski bir atasözü şöyle der: Kul (senin) düşmanın, köpek (kurt) ise dostundur. 11-12. yüzyıllarda Oğuz ve Türkmenler arasında köleliğin mevcudiyeti İslam dini tarafından da onaylanmıştı. Kaşgarlı Mahmud, ‘Tanrı (Tengri) kadını köle yarattı’ atasözünü hatırlatır” diye yazar.
Çeşitli ev işleri yapan kulların yanı sıra, imtiyazlı kölelerin de bulunduğunu dile getiren Agacanov, buna beylerin muhafızlığını yapan genç esirlerin de dahil olduğunu kaydederek şöyle devam eder:
“10-12. yüzyıl kaynaklarında, onlardan gulam, çakir, hocataş, oğlan adıyla söz edilmektedir. İbn Fadlan’ın, 10. yüzyılda Oğuzlar arasında gulamların bulunduğundan bahsetmesi, bunların ‘genç hizmetçiler’ olduğunu tahmin etmemize fırsat vermektedir. Genç gulamlar, besbelli asker muhafız olarak kullanılmıştı. İbn Fadlan’a göre, Oğuz inançları gereği, gulamlar öte dünyada da ünlü ve mert insanlara hizmet edeceklermiş. Bu dini düşünce Oğuzların sosyal hayatına olduğu gibi yansımıştı”.
İbn Fadlan’ın bahsettiği 10. yüzyıl Oğuz gulamları, muhtemelen Mervezi’nin sözünü ettiği “çakirler”le aynı durumdalardı. Ona göre, eskiden Oğuz hükümdarlarnın emrinde 1000 çakir bulunuyordu ve bunların üç öğün yemekleri hükümdar tarafından verilirdi. 12. yüzyıldaki çakirler, Selçuklu tarihçilerinin bahsettiği Oğuz beyleri tarafından muhafız-asker olarak kullanılan “çakırlar” olsa gerek.
Köle koruma birlikleri
Orta Çağ kaynaklanda, Türkmen beylerinin kölelerden oluşan koruma (muhafız) birliklerine sahip olduklarına dair enteresan bilgiler olduğunu belirten Agacanov, İbn Bibi’nin vakayinamesinde, 11. yüzyılda Türkmen beylerinin ‘köle muhafızları’ ile Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiklerinden söz edildiğini kaydederek, “Bu Türkmenler, Küçük Asya’ya Bizans’a karşı ‘cihat’ yapmak için sevk edilmişlerdi. 13. yüzyıl Selçuklu metinlerinde ‘hassa erleri’nden (özel birlikler), hocataşlardan (erenler), nüfuzlu beylerin gulam ve nökerlerinden bahsedilmektedir. 13. yüzyıla ait bir sözlükte, köle konumunda bulunan genç oğlanlardan söz edilmektedir” der.
Köleliğin ana kaynağını, Oğuz ve Türkmen boylarının hayatını renklendiren savaşların oluşturduğunu yazan Agacanov, Türkmenlerin esir ve hayvan ele geçirmek için sık sık saldırılar düzenlediğini belirterek bu tür saldırılardan birinin İbnü’l Kalanisi’de anlatıldığını yazar:
“Ona göre, 1136 yılında Suriye Türkmenlerinden bir grup Latakiye bölgesine saldırmış ve ganimet olarak erkek, kadın ve çocuktan ibaret 7000 esir ve 10.000 baş hayvanla geri dönmüştü”.
İhtiyaç fazlası esirler satılıyor
Savaşlarda ve saldırılarda ele geçirilen esirlerin, hizmetçi köle ve cariye olarak kullanıldığından söz eden yazar, “Ancak, savaş esirlerinin büyük kısmı, komşu ülkelere köle olarak satılmaktaydı. Ebu’l-Farac, Musul’a gönderilen Emir Artuk komutasındaki Türkmen birliklerinden söz etmektedir. “Türkmen ve Arap-Medine orduları, Amid yakınlarında karşılaştı. Artuk ve Araplar’ın komutanı Şeref ed-Devle barışa niyetliyken, Türkmenler kumandanlarına ganimetsiz geri dönülmeyeceğini söylediler. Böylece, anlaşarak, atlarına bindiler ve gece yarısı ansızın Araplara saldırdılar. Çoğu öldürüldü; geriye kalanlar ise, kadın ve çocuklarıyla birlikte esir alındı. Boyunlarına ip geçirilen Arap esirler, Amid’e götürülerek pazarlarda satıldı. Güçlü ve sağlıklı esirIere on dinar, diğerlerini ise beş dinar fiyat biçtiler.”
Bozkır aristokrasisi oluşuyor
Agacanov Oğuz-Türkmen toplumlarında ataerkil boy yapısından zengin aristokratlara geçişi çok güzel anlatır. Mal varlığı yani sürülerdeki hayvan sayısı ve savaşlarla elde edilen ganimet ve köle sayısı arttıkça toplumda aristokrasinin nasıl yükseldiğini görürüz onun satırlarında.
“Orta Çağ kaynaklarının ışığında, 10-13. yüzyıllarda Oğuz ve Türkmen toplumundaki sosyal statünün ve servet dağılımının tablosu aydınlanmaktadır. Oğuz ve Türkmen boyları arasındaki sınıfsal ayrılma, ataerkil boy yapısına ve ileride oluşacak feodal ilişkilere bağlıydı. Etkili ve zengin aristokrasi gücü, ataerkil-feodal zeminde yavaş yavaş belirleyici olmaya başlamıştı. Oğuz ve Türkmenlerin zengin göçebe asilzadeleri muazzam koyun, at, deve sürülerinin mülkiyet hakkını ellerinde tutuyordu. Bozkır aristokrasisi, gulam, olan ve hocataştan oluşan muhafız-askeri birliklere sahipti. Yabancı kölelerden oluşan muhafızlar, itaat altında tutulan toplumlar üzerinde hakimiyeti sağlamanın en uygun silahıydı. (Siz de bunu okurken Osmanlıların devşirmelerden oluşan yeniçeri sistemini hatırladınız mı, M.G.)
Oğuz ve Türkmenlerin varlıklı asilzade kesimine karşı, üretici konumunda bulunan erler tepki gösteriyorlardı. Toplum üyeleri, gerek mal ve gerek sosyal durumlarına göre eşit haklara sahip değillerdi. Onların büyük kısmı azad bireyler grubuna girmekteydi. Hali vakti yerinde olan erlerin ev hizmetçileri ve köleleri vardı. Onlar, bütün haklardan yararlanan özgür bireylerdi. Ancak, Oğuz ve Türkmen erleri arasında yoksullaşmış olanlar ve fakir aileler de az değildi.
Fakir ve aciz durumda bulunanlar, zengin ve asilzade Oğuz-Türkmen toplumu içinde hiçbir hakkı bulunmayan en alt tabakayı teşkil etmekteydiler. Köleliğin kaynağını oluşturan savaşlar, ganimet ele geçirmenin en kısa ve uygun yoluydu. Esirlerin satılması, göçebe yaşama özgü bir özellikti. Emek yoğun hayvancılık, fazla uğraş gerektirmiyordu. Bundan dolayı esirler, genelde hizmetçi ve muhafız-asker olarak kullanılmakta, kadın köleler ise cariye, nikahsız eşler ve hizmetçiler olarak faydalı olmaktaydılar.”
“Şanlı tarihimizde kölelik yoktur” diyenler için öğretici bir yazı olmuştur umarım.
Herkese keyifli günler dilerim.
manşet fotoğrafı: aksam.com.tr