Ukrayna’daki savaş ve savaşın insanlar üzerindeki etkisine tanık olduğumuz bugünlerde ister istemez ailemin geçmişinde yaşanmış benzer olaylar aklıma geliyor.
Bugünkü yazımda, aileme ait sözlü tarihin bir diliminden, Rus-Çerkes Savaşı’ndan bahsetmek istiyorum.
Rus-Çerkes Savaşı kimi kaynaklara göre 1763’te Rusların Kafkasya’da Çerkeslerin yaşadığı bölgelerin hemen kuzeyine kaleler inşa etmesiyle başlar. Ancak, asıl mücadele 1817-1864 arası olur. Bu dönemde Çerkesler ve Şeyh Şamil önderliğindeki Çeçenler ve Dağıstanlılarla Ruslar arasında şiddetli çatışmalar olur. En sonunda Mayıs 1864’te, tahminen 100 bin Rus askeri ile 20 bin Çerkes süvarisinin çatıştığı muharebe 21 Mayıs’ta Rusların zaferiyle sonuçlanır. Kafkasya halkları savaşı kaybetmiştir.
Çerkes ya da Adıgelerin önemli kabilelerinden biri de Şapsığlardır. Şapsığlar 1864 yılına kadar Kuzey Kafkasya’nın en büyük topluluklarından biridir. Kuban Irmağı’ndan Krasnador’a kadar uzanan bölgeye o dönemler Büyük Şapsığ, Karadeniz sahilinde bugünkü Soçi’yi de kapsayan bölgeye de Küçük Şapsığ denirmiş.
Ruslar o zamanki savaş bakanları Milyutin’in “amaç Kafkasya topraklarının işgali değil Çerkeslerin yok edilmesidir” diye özetlenebilecek doktrininin Çar 1. Aleksandr tarafından da benimsenmesiyle, 1864 zaferi sonucunda büyük bir soykırım ve etnik temizliğe girişmişler. Rus kaynaklarına göre 493 bin Çerkes Anadolu’ya sürülmüş. Bunların 165 bin kadarını Şapsığlar oluşturuyormuş. Gerçek rakamların daha yüksek olması çok muhtemel. Bugün Rusya’da Soçi’nin doğusunda 2200 civarında Şapsığ kaldığı tahmin edilmektedir.
Şapsığlar, Rusların zorlamasıyla diğer Çerkes topluluklarıyla birlikte ana vatanlarından ayrılıp Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kalmışlar. Bugün Türkiye, Suriye, Ürdün ve İsrail gibi ülkelerde milyonları bulan Çerkesler işte o dönemde ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılan insanların torunları. Anadolu’nun pek çok ilinde yerleşmişler. Türkiye’de 300 bin ila 1 milyon arası Çerkes kökenli insanın yaşadığı düşünülmekte. Anadolu halkına çok iyi entegre olduklarından daha kesin bir tahminde bulunmak zor. Ailesinde Şapsığ kökeni bulunanlar ise, başta İstanbul olmak üzere Samsun, Balıkesir, Afyonkarahisar, Bolu, Aydın, Sakarya ve Bursa’da yerleşmişler.
Babaannemin bana anlattıklarına göre, ailesinin fertleri 1864’te bir gece Rus askerlerinin sahile kurdukları kulelerden açılan mitralyöz ateşi altında, sahile yanaşan Osmanlı gemilerine binmek için panik halinde koşturmaya başlamış. Bir kısmı gemilere varamadan vurularak, ezilerek ölmüş, bazıları denizde boğulmuş, bir kısmı ise kendini gemilere atarak canını kurtarmış. Ancak, o karanlık ve kargaşada kimin hangi gemiye bindiği bilinmediğinden sağ kalanların ve Anadolu sahillerine ulaşabilenlerin de büyük kısmı birbirlerini ilelebet kaybetmişler.
Babaannemin ailesinin aynı gemide bulunan fertleri günler sonra sersefil, aç ve bitkin halde Anadolu’ya ulaşmışlar. O zamanki padişah Abdülaziz’in talimatıyla Safranbolu yakınlarındaki Yörükköy’de iskana tabi tutulmuşlar Ailenin diğer fertlerinden hangilerinin sahilde vurularak, hangilerinin denizde boğularak öldüğü, kimlerin kurtulduğu hiç öğrenilememiş.
Ailenin Yörükköy’e yerleşen fertleri, bu büyük felakete rağmen, Türkiye’de yaşama tutunmuş. 19. yüzyıl sonlarında ise İstanbul -Eyüp’e taşınmışlar. O zamanki adıyla Cami-i Kebir, yeni adıyla Merkez Mahallesi’nde Tülbentçi Sokak’a yerleşmişler. Babaannemin babası, 1870 doğumlu Mehmet Fethi Bey Eyüp Cami’nde imam olmuş. Her ay sonu Eyüp’ten yürüyerek Babıali’ye gider, maaşını alıp, bir akrabasında bir gece konaklar, ertesi gün yine yürüyerek geri dönermiş.
Kızlarından birini çocuk yaşta ishal nedeniyle kaybeden Fethi Bey, İffet Hanım’dan olan tek oğlu Kudret Bey’in eğitimine büyük önem vermiş. Kudret Bey Cumhuriyet’le birlikte devlet bursuyla Fransa’ya eğitime gönderilmiş ve Türkiye’nin ilk uçak mühendislerinden olmuş; Profesör Kudret Mavitan. Hem Kudret Bey’in çocukları hem de ailenin babaannem üzerinden devam eden soyu hep iyi eğitim görmüşler.
Kafkaslar kökenli pek çok halk gibi Şapsığların da genetik olarak uzun yaşamaya yatkın olduklarını bu vesileyle belirteyim. Tabii, besin düzeni ve yaşam boyu hareketliliğe de dikkat etmek kaydıyla. Nitekim, babamın dayısı Kudret Mavitan 95, babaannem 103 yaşına kadar yaşadı. Babaannem torununun oğlunun doktor olmasını bile gördü. Yüz yaşına kadar tekerlekli pazar arabasını kendi çekerek 500 metre ilerdeki Migros’a gider kendi alışverişini yapardı.
Beni bugün bu hikayeyi anlatmaya iten ise Türkiye’de sol entelektüel olarak kabul edebileceğimiz bazı düşünür ve yazarların Rus-Ukrayna Savaşı karşısında takındıkları tutum oldu. Özellikle Cumhuriyetimiz ile özdeş olarak gördüğüm bir basın organının bu bağlamdaki bağnaz tutumu beni çok üzdü.
Genelde çok haklı nedenlerle Batı emperyalizmine, özelde Amerikan emperyalizmine karşı olan bu Türk aydınları, nedense Rus emperyalizmini hep göz ardı ediyorlar. Rusların Ukrayna’ya saldırmasının gerekçelerini hep Batı’nın emperyal emellerine bağlıyor ve haklı çıkarmaya çalışıyorlar. 19. yüzyılda Rusların Kafkasya’da, çok yakınlarda Halep’te ve şimdi de Ukrayna’da sivil halka karşı yaptıkları katliamları geçiştirmeye çalışıyorlar.
Çarlık döneminde başlayan Rusya’nın emperyal hayalleri, SSCB zamanında batıda Doğu Almanya’dan, doğuda aslen Japon toprağı olan Kuril Adaları’na kadar uzanmıştır. Kırım Savaşı öncesinde Alaska’nın bile Rus toprağı olduğunu da unutmamak gerekir. Yetmiş iki milleti yönetimi altında tutan, emperyal emelleri için milyonlarca insanın ölümüne neden olan Rusya aynı nedenle şimdi de Ukrayna’ya saldırmaktadır.
Batı emperyalizmini kınarken, SSCB döneminin nostaljisine kapılarak bugün Rusya’nın saldırganlığını savunmak için çeşitli bahaneler uydurmak doğru değildir. Rusya tarihsel olarak aynı Batı ülkeleri gibi emperyal emelleri olan bir ülke olmuş ve bundan en fazla zarar görenlerin başında da Türkler gelmiştir.
Kediye kedi, ayıya ayı demek bizleri daha doğru düşüncelere, değerlendirmelere sevk edecektir.