Arturo Toscanini’ni şefliğindeki New York Filarmoni Orkestrası 4 Mayıs 1930’da Avrupa turnesi programı gereği Paris Operası’ndaydı.
Çok değil, altı ay önce, 14 Kasım 1929’da Boléro’nun Carnegie Hall’da sahneye konan Amerika prömiyeri büyük ses getirmiş, dinleyiciler tarafından coşkuyla alkışlanmıştı. New York Times’ta çıkan bir yorumda Boléro’nun kariyerini Toscanini’ye borçlu olduğu, Fransız Ravel’in (manşetteki küçük fotoğraf) adeta Amerika’nın milli kahramanı haline geldiği ima ediliyordu:
“Modern müzik anlatımının bu şaheseri ses yapısını olabilecek en basit uyuma oturtmuş… Başlı başına bir orkestrasyon okulu; olağanüstü bir müzik değil, ama o sanat, o hüner… Dinleyicilerin haykırarak alkışlamaları hiç şaşırtıcı değil!..
The Morning Telegraph’ta yer alan bir kritik çarpıcıydı:
“Boléro’nun on dakikası tamamlandığında kalbim sıkışıyor, çarpıyordu. Bir beş dakika daha geçti; zihnime hakim olan düşünce şuydu: Harikulâde, mucizevi bir müzik. Dinleyicilerin duygularını böylesine harekete geçiren bir prömiyer hatırlamıyorum. Alkışlar, tezahürat durulmuyordu bir türlü; yer sarsıntısı oluyordu adeta. Toscanini bir sonraki parçaya geçtiğinde bile alkışlar tekrar yükseliyordu.”
İspanyol ezgisi tadındaki tek bir basit melodi on sekiz kez farklı enstrümanlarla, flüt, klarnet, fagot, obua, trompet, tenor saksafon, soprano saksafon, korangle, trombon, pikolo ve diğerleriyle, trampet, tef ve davulların hiç değişemeyen temposu eşliğinde, sesin her dakika giderek yükseldiği muazzam bir ahenkte tekrarlıyordu. Kendinden emin Toscanini, sürgülü trombonların ve kocaman zilin melodiyi aniden dağıtan haşin finaliyle birlikte avuçlarını patlatırcasına alkışlayarak ayağa kalkan dinleyicilere yüzünü döndü. Tezahüratı aralarındaki oturduğu yerden kalkmamış, ufak tefek, dökülmemiş, kır saçlı, başı vücuduna oranla biraz büyük, alın kemikleri belirgin adama zarif bir el işaretiyle yönlendirmek istediğini belli etti.
Ancak Maurice Ravel ayağa kalkmadı.
Hoşnut olmamış besteciyle refüze edilmiş orkestra şefi birbirlerine dargındılar. Ravel “bu benim tempom değil, çok hızlı” diyordu. Toscanini sadece daha hızlı bir tempoyla sahneye koymuş değildi üstelik; hızı sabit tutmamış, finale dek giderek arttırmıştı. “Senin temponda kalınca olmuyor!..” diye itiraz ediyordu. “Olmuyorsa sen çalma o zaman!..” diye çıkıştı Ravel; ipler koptu…
Dört ay geçti üzerinden. Ravel ilişkiyi biraz olsun yumuşatabilme gayesiyle Toscanini’ye önce bir not gönderdi. Bestecinin bestesinin sahne performansına katkısı olması gerektiğine inandığını, aksi takdirde alkış bekleme hakkı olmayacağını belirtiyordu. On gün sonra efsanevi şefi son yapıtı olan “Sol El İçin Piyano Konçertosu”nun prömiyerini yönetmesi için davet etti. Toscanini bu daveti geri çevirdi.
Boléro ve “Sol El İçin Piyano Konçertosu” İsviçreli bir baba ve Bask kökenli bir annenin oğlu olarak 7 Mart 1875’te Fransa’nın Ciboure kentinde doğan Joseph-Maurice Ravel’in son büyük yapıtları oldu.
Aktif bir yaşam sürdüğü 1. Dünya Savaşı yıllarında dahi sık sık hastalanan büyük besteci ve piyanistin bir süredir teşhis konamayan nörolojik sorunları vardı. Çok özenli bir yazısı olan Ravel yazarken hatalar yapmaya, düzensiz çizgiler çizmeye, sık sık silmeye başlamıştı. Konuşurken bir sözcük aklına gelmediğinde aşırı öfkeleniyordu. Dönem dönem tamamen düzeliyordu; doktorunun istirahat tavsiyesine uymayarak 1928’de çıktığı Amerika turu başarılıydı. Ancak Bolero’nun başarı öyküsünün başladığı aynı yılın kasım ayında Madrid’de “Sonatine” adlı piyano konçertosunu sunarken başlangıç bölümünden finale beklenmedik bir atlama yapmıştı. Yakınında olanların gözlemlediği hareketlerinde yavaşlama, halsizlik, hafızada zayıflama 1932 yılından itibaren giderek belirginleşmişti.
9 Ekim 1932’de Paris’te bir taksi kazasında yaralandı. Göğsüne, başına hafif darbeler almış, birkaç dişi kırılmış, şok geçirmişti. Daha sonra yapılan nörolojik muayenede bir hasar olmadığı tespit edildi. Ancak görünüşte hafif olan kafa travmalarının dahi önceden mevcut olan beyin hastalığının ağırlaşabileceği biliniyordu ki büyük ihtimalle Ravel’in başına gelen buydu. İsmini dahi zor yazabilmeye, imzasını dahi atamamaya başladı. Sahneye son çıktığı 1933 Kasım ayında orkestra kendi kendini yönetti. Bilinen son mektubunu 1934 Şubat’ında büyük güçlükle yazabildi.
Ravel’in son dört yılı aktif, sosyal hayata katılabilen, işitme duygusu yerinde ancak konuşamayan, yazamayan, piyanosunu çalamayan, zihnindeki notaları kağıda dökemeyen bir bestecinin trajedisiydi. Dehşete düşmüştü. Hastalığına teşhis konamamış olduğu için her kafadan bir ses çıkıyor, türlü tedaviler öneriliyordu.
Gerek ülke içinden gerekse İsviçre, Almanya ve İngiltere’den tanınmış uzmanlardan görüşler alındı. Genel olarak hastalığın altında beyindeki bir dejenerasyonun yattığı, bir beyin tümörü olasılığının düşük olduğu, ameliyatın fayda sağlamayacağı görüşü ağır basıyordu. Paris’in tanınmış cerrahı Clovis Vincent ise beyin tümörü olasılığının göz ardı edilmemesi gerektiğini, bir beyin operasyonunun hastalığının ilerleyişini durdurabileceğini öne sürdü. Ravel’in arkadaşları buna muhalefet etse de kardeşi Edouard Ravel Vincent’in önerisini kabul etti. Maurice Ravel’in ise durumu fikir beyan edemeyecek kadar kötüydü.
Büyük besteci 17 Aralık 1937’de ameliyat masasındaydı. Clovis Vincent kafatasını sağ alın bölgesinden açtı; ancak tüm çabasına, uyguladığı tekniklere rağmen beyin tümörüne rastlayamadı ve kapatarak işlemi sonlandırdı. Ravel uyandı; yakınındakiler ilk günlerde bir iyileşme görür gibi oldular. Ancak kısa bir süre sonra komaya girdi ve 28 Aralık’ta hayata gözlerini yumdu. Otopsi yapılmamış olsa da cerrahi müdahalenin beyin zarının altında kan toplanmasına neden olduğu, oluşan bu kan kitlesinin beyni sıkıştırarak ölüme yol açmış olduğu ihtimali ön plandaydı.
Dokuz yıl geçmişti o günlerin üzerinden. Güney Fransa’da tatile çıkmıştı o yıl. Arkadaşı Gustave Samazeuilh’e piyanoda kısacık melodiyi çalmış, “kaliteli bir tema değil mi sence de?” diye sormuştu ve eklemişti: “Deneyeceğim; bu melodiyi defalarca, hiç değiştirmeden, orkestrayı sürekli güçlendirerek tekrarlayacağım!..”
Çocukluğunda ziyaret ettiği bir fabrikada dinlemeye koyulduğu ritmik makine sesinden esinlendiği tempoyu uyarlamıştı. En çok etkilendiği kişi olan annesinin Bask kökeninin melodide izi vardı.
Ölümünden sonraki yıllarda nörolojik sorununun başladığı dönemin iki eseri olan Boléro ve “Sol El İçin Piyano Konçertosu”nda Ravel’in beyninin sol yarısının hastalığına işaret eden bulguların mevcut olduğunu öne süren yorumlar yapıldı.
Ünü 1940’lı yıllardan itibaren tüm dünyaya yayılan, pek çok filmin ve 1984’te İngiliz Jayne Torvill-Christopher Dean çiftine (manşet fotoğrafı) Saraybosna’daki kış olimpiyatlarında artistik buz patinajı dalında altın madalyayı kazandıran unutulmaz performansın müziği olarak ölümsüzleşen Boléro’yu “müziksiz bir orkestra dokusu” olarak nitelendiren, başyapıtı olarak anılmasını hep yadırgamış olan Maurice Ravel, onu sahneye koyduktan yıllar sonra dinlediğinde bile “nasıl bir muzipliktir bu benim müzik dünyasına yaptığım” diyerek kahkahalarla gülüyordu.
Kaynaklar:
· Cavallera GM, Giudici S, Tommasi L.: Shadows and darkness in the brain of a genius: aspects of the neuropsychological literature about the final illness of Maurice Ravel (1875-1937). Med Sci Monit: 2012;18:MH1-8
· Potter P.: “Much Madness is Divinest Sense”. Emerg Infect Dis. 2008;14:1183-4
· Henson RA.: Maurice Ravel’s illness: a tragedy of lost creativity. Br Med J (Clin Res Ed). 1988;296:1585-8
http://http://http://www.1920-30.com/music/bolero.html
http://http://www.mikedickson.org.uk/mellotronworks%20II/bolero.html
http://lhttp://www.biography.com/people/maurice-ravel-9452457