Kadın olmayı sürekli bir yara olarak alnımıza yazan kim?
Tarih boyunca toplumun kadından beklentilerine bakmadan bu soruya cevap veremeyiz. Ancak bu yazıyı okuyan ve bu konuyla ilgilenen herkesin süreci az çok bildiğini varsayarak çok çok kısa da olsa bir özet yapmak günümüze gelebilmek açısından yararlı olacaktır.
Burada elbette dünyayı İslam/Hristiyan/Hint/Çin ya da Uzak Doğu olarak bölmeden genel bir değerlendirmeyi din üzerinden yaparsak ki dinin toplumun kurucu unsuru olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda bunun oldukça doğru bir zemin olduğunu kabul etmek gerekir, tarih boyunca kadının pek de hoş bir konumda olduğu söylenemez.
Hangi dinden/inançtan bakarsanız bakın –kutsal metinlerin ne dediğine hiç girmiyorum, doğrudan bu inançla belirlenmiş toplumlardaki gene kabullerden ve gündelik hayatın pratiğinden yola çıkarak söylüyorum- kadının konumu -kadınlar açısından- hiç de hoş olmamıştır. Kadın, bu inançların toplamının özü gereği, ikincil cins, tanrının canı sıkılan Adem’i oyalaması, ona arkadaş olması için yarattığı bir varlıktır. Üstelik Âdem topraktan yaratılırken kadın Âdem’in en gereksiz, olmasa da olabilecek olan kemiğinden kaburgasından yaratılmıştır.
Dindar erkekler bu başlangıç hikayesini çok sevmişlerdir. Orta Çağı, doğanın otundan, yemişinden şifa için ilaç üreten kadını, kedilere şefkat gösterip doyuranı ve daha nice sebeple cadılıkla suçlayıp yakan engizisyonu hatırlayalım. Hatta kadın ve erkeğin avcılık toplayıcılık döneminde birlikte avlanıp, birlikte topladıkları gerçeğini değiştirip kadınları illa ki toplayıcılık ve erkekleri de illa ki avcılık hanesine yazarak pazu gücüne toz kondurtmayan, misyoner antropologları da unutmayalım.
Bu misyonerlik hem Hristiyan kültürüne ve otoritesine hem de erkeklik mevhumuna sadakatle çalışan bir misyonerlikti. Tarihte sıçrayarak endüstri devrimi sonrasına gelelim.
Gelmişken 8 Mart’a uğramadan olmaz. Nedir 8 Mart’ı Kadınlar Günü olarak ilan ettiren vicdan yarası acaba ki bugün kırmızı güller eşliğinde yenen romantik yemeklerle bir nevi aşk tazeleme ayinine dönüştürülmüştür. ABD’de eşit işe eşit ücret ve daha iyi koşullar talep eden dokumacı kadınların grev yaptığı fabrikada yangın çıkmıştır. Takvimler 8 Mart 1857’yi gösteriyordu ve polis kadın işçileri fabrikaya kilitlemişti, bunların 129’u orada can verdi. Sonra hep yaptıklarını yaptılar ya heykelini dikerler ya gün ilan ederler ve böylece hesap kapanır. Üzerinden yeterince zaman geçince de anma kutlamaya, hediyeleşmeye dönüşür ve kadın bir kere daha ekonomiye katkının bir aracı haline getirilir. Ölüsüyle bile.
Günümüz mü?
Dünyanın çok geniş bir kısmı için varoluş kadınlar için hâlâ bir cehennem. Çin, Hindistan, koca Afrika, Arap dünyası, Orta Doğu… Rusya, Ukrayna, Japonya, Tayland, Türkiye… Görünüşle zevahiri kurtarsalar bile Avrupa ülkelerinde de hala kadın taciz edilen, tecavüze uğrayan, yönetim kademelerine ancak erkekleşerek ulaşabilen dezavantajlı cinstir.
Cinsiyetinden dolayı dezavantajlı. Eğitimli, statü sahibi, yönetici erkek için taciz, kadının çalışma hayatında patron için sesini çıkarmadan ödemesi gereken bir bedeldir, katlanması gereken basit bir erkek ‘’yaramazlığı’’dır.
Ufuk?
Günümüzde parlak bir ufuk görünmüyor insan türü için. Ancak kan gövdeyi götürse, taş taş üstünde kalmayan günler gelse, bu günler içinde dahi tecavüz sürmüştür, tarih bunu söyler. O yüzden kıyameti beklerken ya da kıyamet koparken dahi kadının parmağı biber gazı spreyinde olacaktır. Ya da kafa patlatan bir taşı hep elinin altında tutacaktır.
Resim:Tijen Zeybek -Adsız