Denizden, karadan bizimle en uzun ortak sınırlara sahip komşumuz Yunanistan’da, bir süre önce gündeme gelip eylülün son haftasında kabul edilen yeni çalışma yasası, ülkede oldukça hareketli günler yaşanmasına neden oluyor.
Haziran ayındaki seçimlerde yeniden iktidara gelen Kiryakos Miçotakis hükümeti, yeni dönemindeki ilk icraatlarından biri olarak, çalışma yasasında önemli değişiklikler yaptı. Hükümet, kısa sürede hazırladığı tasarıyı Parlamento’ya, “istihdamı artıracağı ve kayıt dışılığı azaltacağı” gerekçesiyle getirdi. Ancak, “günlük çalışma süresini 13 saate kadar çıkartan, haftalık iş gününü de altı güne yükselten, ilk bir yıl içinde patrona, işçiyi ihbarsız ve tazminatsız olarak işten atma hakkı tanıyan, grev sırasında çalışan işçilere engel olan işçilere para ve hapis cezaları getiren” tasarı, emekçilerin ülke çapında geniş tepkilerine neden oldu.
Özellikle, tasarının Parlamento’ya getirilmesinden sonra, 17 Eylül’de geniş katılımlı bir protesto gösterisi düzenlendi. Yunanistan Kamu İşçileri Sendikaları Konfederasyonunun (ADEDY) çağrısıyla, başta kamu çalışanları olmak üzere, birçok sektörde işçiler 21 Eylül’de de greve çıkarak meydanları doldurdular ve yasanın geri çekilmesini talep ettiler. Yine de 22 Eylül’de, Yeni Demokrasi Partisi’nin çoğunluğuna sahip olduğu Parlamento’da gerçekleştirilen oylamayla yasa tasarısı kabul edildi.
Kısacası, artık bu dev ülke aynı zamanda dev bir rakip oluverdi
Buraya kadar anlatılanların “geride kalmış şeyler” olduğu düşünülebilir; ancak, bu köşede yayınlanan yazıları okuyanlar, “Davut ve Golyat (17/09)” başlıklı yazıyı anımsayacaktır. Çin’deki Komünist Parti iktidarına karşın, özellikle Mao’nun ölümünden sonra hız kazanan kapitalist dönüşüm sürecinde, devlet kontrollü bir ekonomi içinde baskılanan ücretler ve fiyatların, bu dev ülkeyi, tam anlamıyla bir “ucuz emek cennetine” dönüştürdüğünden söz ediliyordu.
Ancak, sonraki gelişmelerle Çin, artık yalnızca ucuz iş gücü kaynağı olmaktan çıkıp, dev kapitalist ülkelerin şirketleriyle de boy ölçüşebilecek düzeyde şirketlere de sahip, bir dev kapitalist ülke düzeyine yükseliverdi; kısacası, artık bu dev ülke, aynı zamanda dev bir rakip oluverdi.
Bir başka deyişle, kapitalist dünyanın “ucuz emek cenneti” olan Çin, kapılarını başkalarına kapatıp, yalnızca “kendilerine cennet” olmaya doğru evrilirken, kapitalist dünya da elbette “yeni cennetler” arayışına hız verdi. Ucuz emek cenneti olma kuyruğuna Hindistan, Meksika, Vietnam ve Malezya’dan sonra, emeğin uzun zamandır zaten oldukça ucuz olduğu Türkiye de giriverdi.
Ucuz emeğin omurgasını oluşturan göçmen işçi girişleri de artırılıyor
Türkiye’de “zaten” ucuz olan emeği daha da ucuzlatmanın yolu da, bir süredir sekiz şeritli otoban misali açılıyor. Oldukça uzun zamandır, neredeyse bedava (karın tokluğuna) olan emek, Sudan, Umman, Ürdün, Yemen, Tunus, Filistin, Mısır, İran, Irak, Suriye, Filistin, Etiyopya’dan, binbir zorluklara, hatta savaşlara karşın taşınıyor.
Kısacası, dünyanın ikinci büyük ekonomisi düzeyine yükselen Çin’in, “başka kapitalistlere” ucuz emek cenneti olmaktan çıkmaya karar vermesi, bugüne kadar zaten alternatif arayışı içinde olan kapitalizm dünyasının bu arayışlarına hız kazandırdı. Türkiye’nin de, bu adaylar arasında olduğunu biliyoruz elbette; ancak, rakipleriyle boy ölçüşecek kadar ucuzlaması için de, bir yandan içeride sendikaların üzerindeki baskılar ağırlaştırılırken, bir yandan da, ucuz emeğin omurgasını oluşturan göçmen işçi girişlerinin de artırılmasına ağırlık veriliyor.
Elbette buraya kadar geldikten sonra; “Tüm bunların, Yunanistan’daki değiştirilen çalışma yasası ile ne ilgisi var?” sorusu akla gelecektir. Bu soruyu yanıtlamak için biraz geriye gitmekte yarar var. Komşudaki politik gelişmeleri izleyenler anımsayacaktır; Aleksis Tsipras liderliğinde 2004 yılında kurulan Syriza (Synaspismós Rhizospastikís Aristerás / Radikal Sol Koalisyon) Partisi, 2015 yılındaki seçimleri kazanarak iktidar olmuştu.
Yunanistan’da da, bizde olduğu gibi emeği ucuzlatacak adımlar atılıyor
Adından da anlaşılacağı üzere, Syriza hükümeti döneminde genel anlamda emekçilerin taleplerinin önemli bölümünü karşılayan, onların toplu sözleşme pazarlıklarını özgürce yapmalarını sağlayan birçok yeni düzenleme yapıldı. Kamu borçlarının bir bölümünü silme vaadiyle iktidar olan Syriza, yoksulluk sınırı altında yaşayanlara ücretsiz elektrik ve ısınma hizmeti, gıda ve kira desteği, ücretsiz sağlık hizmetinin yanında, zenginlerden alınan ve sonra kaldırılan bazı vergilerin geri getirirken, gelir vergisi alt sınırını da 5 bin eurodan 12 bin euroya yükseltmek için önemli adımlar attı.
Ancak, 2019 yılındaki seçimlere doğru, birden bire, anlaşılmaz bir şekilde, kaçak göçmen girişleri ve buna bağlı birçok toplumsal sorun yaşanmaya başlandı. Solcu Syriza hükümeti, Avrupa Birliği’nin de desteğiyle tüm bunlara karşı önlemler almaya çalışsa da, özellikle Ege komşusu tarafından “açılan” hatlar, kapılar göçmen girişlerini oldukça hızlı artırdı. AB’nin, söz konusu “komşu”ya, bu geçişlere izin vermemesi için büyük kaynaklar aktarmasına karşın, artan sorunlar, Syriza iktidarını çok sert salladı ve 2019 yılındaki seçimlerini kazanan Yeni Demokrasi Partisi oldu.
Gelelim, geçen haziran ayında başlayan Yeni Demokrasi’nin Syriza sonrası ikinci dönemine. Girişte de sözünü ettiğimiz gibi, “istihdamı artıracağı ve kayıt dışılığı azaltacağı” gerekçesiyle yasalaşan yeni yasa, “günlük çalışma süresini 13 saate kadar çıkartan, haftalık işgününü de altı güne yükselttiği gibi, ilk bir yıl içinde patrona, işçiyi ihbarsız ve tazminatsız olarak işten atma hakkı tanıyor ve grev yapmayı zorlaştırıyor. Buradan da, anlaşılacağı gibi, komşumuz Yunanistan’da da, tıpkı bizde olduğu gibi emeği ucuzlatacak önemli adımlar atılıyor.
Kapitalist dünya için “yeni bir ucuz emek cenneti” olmaya hazırlanırken
Son gelişmeler üzerine Yunanistan basınında çıkan haberler ve yorumlarda Miçotakis hükümetinin, ülkede artan iş gücü açığıyla baş edebilmek için 300 bin kadar göçmenin statüsünü düzenli hale getirmeyi planladığı vurgulanıyor. Financial Times gazetesinin haberine göre, Yunanistan Göç Bakanı Dimitris Kasiridis, yaptığı bir açıklamada yeni planlarının tarım, turizm ve inşaat sektörlerindeki ciddi boyutlara varan iş gücü açığını kapatmayı amaçladıklarını belirtti. Kasiridis, planın oturma izinlerinin süresi dolmuş ya da belgesiz durumda bulunan düzensiz göçmenleri kapsadığını söyledi.
Yunanistan’da özellikle yeni çalışma yasası üzerinde yürütülen tartışmalarda, “günde 13 saatlik” ve “haftada 6 günlük” çalışma ve iş güvencesinin büyük ölçüde zayıflatılmasına dönük düzenlemelerin, tamamen göçmen işçiler için hazırlanmış bir yasa olduğu vurgulanıyor. Ayrıca, sendikalar da yaptıkları açıklamalarda, “bu kölelik düzenlemelerine” kesinlikle “boyun eğilmeyeceği” uyarıları yapıyorlar.
Kısacası, tam da kapitalist dünya için “yeni bir ucuz emek cenneti” olmaya hazırlanırken, Türkiye’ye, hem de hemen bitişiğinde ve AB’nin de üyesi olan çok ciddi bir rakip çıkıverdi. Yeni rakibi hafife almak zor; çünkü, görece daha nitelikli olan “ucuz emek” öncelikle Avrupa’yı (AB) isterken, kol gücünden çok da fazla niteliği olmayan “ucuz emek (karın tokluğu)” Türkiye’ye dünden razı.
Yanis Varoufakis: “Yunanistan’ın Erdoğanlaşması bugün tamamlandı.”
Ancak, bu noktada bir konuyu daha anımsatmakta yarar var; anlaşılan, Türkiye’nin kıskanılması, bizdeki gibi bu yıl yapılan seçimlere kadar geri gidiyor gibi görünüyor. Syriza hükümeti döneminin Maliye Bakanı, ünlü akademisyen ve yazar Yanis Varoufakis’in, geçen 21 Mayıs’ta düzenlenen ve Yeni Demokrasi Partisi’nin birinci parti olarak çıktığı seçimlerin ardından söyledikleri de, bu konuya biraz daha ışık tutuyor gibi:
“Yunanistan’ın Erdoğanlaşması bugün tamamlandı.”
Varoufakis’in, “Erdoğanlaşma” vurgusunu yorumlayan birçok Yunanlı politikacı, bu vurgunun “geniş yetki sahipliği”nin yanında, emekçi sınıfların kazanımlarına yönelik tehlikelere de dikkat çekildiğinin altını çiziyordu.
***
Bu arada, dış borçlara değindiğim, “Dış borçların çözümü çağdaş Solon’da mı?” başlıklı önceki yazımda, yeni verinin henüz açıklanmadığını belirterek, “Brüt dış borç tutarının yine 475 milyar dolarda kaldığını varsayarsak, bu kez brüt dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 46.47 düzeyinde görünüyor” demiştim. Hazine ve Maliye Bakanlığı, yayının ertesi gün yaptığı açıklamada da, “Türkiye Brüt Dış Borç Stoku, 30 Haziran 2023 tarihi itibarıyla 475.8 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş olup stokun milli gelire oranı ise yüzde 46.5 olmuştur” denildi.