Prof. Dr. Osman Akdemir
Bol bol, hızlı hızlı konuşuyor, anlatıyor, duygularını hemen dışa vuruyorlar.
Güneşe hasret kalmıyorlar.
Anlaşılan yeni yetme “çekirdek aile” kavramı o limanlara daha yanaşmamış; dedeler, nineler, çocuklar, kardeşler, kuzenler, yeğenler bir aradalar.
Öğleden sonra ya da akşamüstü tek bir büyük öğün yapmaya eğilimliler. Büyük sofralar kuruyor, arkadaşlarla, aileyle beraber yemeklerini yiyorlar.
İnsanları seviyor, insanlarla olmak istiyorlar; sanki yalnızlığa, ıssızlığa alerjileri var.
Gün içerisinde şekerlemeler yapmaya bayılıyorlar. Ama uyanıkken bir hayli hareketliler.
Sızma zeytinyağını tencerelere, tavalara, salatalarının üzerine dökerken, balıklarına bularken kendilerini hiç sınırlamıyorlar. Onun dışındaki yağları küçümsüyor gibiler.
Sebzelerin, meyvelerin güzelim renkleri, nohut, mercimek, fasulye, bakla, bezelye sofralardan eksik olmuyor.
Et yemiyor değiller, ama düşkün değiller. Tavuğu, hindiyi tercih ediyor gibiler.
Ceviz, fındık, fıstık kâseleri daima ellerinin altında.
Tükettikleri yağ miktarı şişmanlıkla, damar sertliğiyle başı fena halde dertte olan ABD toplumuyla kıyaslandığında daha az değil.
Sofralardaki tuzlu peynirlere, zeytinlere, ançüeze, kapariye, tuzlu balık yumurtalarına bakılırsa daha az tuz tükettikleri de söylenemez.
Ne var ki kalp ve damar hastalıklarına örneğin Yunanistan ya da Güney İtalya’da net bir biçimde daha nadir rastlanıyor.
Akdeniz tipi beslenme biçimi Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından 2010 yılından bu yana İtalya, Yunanistan, İspanya ve Fas’ın somut olmayan kültür mirası olarak tanınıyor.
Tüm Akdeniz toplumlarının olmasa da bu ülkelerin bazı yörelerinin ve küçük farklarla Akdeniz ve Ege Denizi’ne kıyı bölgelerimizin geleneği olan bu beslenme biçiminin özellikleri zeytinyağı, baklagiller, arıtılmamış tahıllar, çerezler, sebze ve meyvelerin bol miktarda, balığın, kümes hayvanlarının, peynir, yoğurt gibi süt ürünlerinin ve öğünlerde şarabın makul ölçülerde, kırmızı et, işlenmiş et ürünleri ve tatlıların ise nispeten az miktarda tüketilmeleri.
Alınan toplam kalorinin yaklaşık üçte biri başta zeytinyağı olmak üzere yağlardan temin edilirken kütlesinin %80’i yağ olan çerezler beslenmelerinin bir parçası. Zeytinyağı başta oleik asit olmak üzere tekli-doymamış yağ asitleri, çerezler ise omega-3 yağ asitleri, alfa-linolenik asit gibi çoklu-doymamış yağ asitlerinden yana zengin gıdalar. Doymuş yağ asitlerinin alınan günlük kalori içerisindeki oranı %8 gibi düşük düzeyde kalıyor.
Kalp ve damar hastalığı için yüksek riskli bireyler üzerinde yapılan çalışmalar dahi bu beslenme modelinin yağ alımının kısıtlandığı diyetlerden daha yararlı olduğunu gösteriyor.
“Akdeniz tipi beslenme” tabiri damar sertliği hastalıklarına bu toplumlarda neden daha az rastlandığı sorusunun tam yanıtı olabilir mi?
Yoksa buna Akdeniz tipi yaşam biçimi demek daha mı doğru?
Yaşadıkları coğrafya sayesinde daha kuzeyde yaşayanlara göre güneşten daha fazla faydalanabiliyorlar. Güneş ışınlarından bu ölçüde istifade edemeyen toplumlarda ciltte D vitamini üretimi yetersiz kalabiliyor ki yapılan çalışmalar bunun da koroner kalp hastalığı için bir risk faktörü olabileceğini gösteriyor.
Genetik deyip geçemiyoruz. Mesailerinde olsun, boş vakitlerinde olsun daha hareketli yaşayan, zamanlarını ve enerjilerini daha fazla kontrol edebilen, duygusal ve sosyal desteklerini daha az yitirmiş bireylerden oluşan bu toplumlarda alışkanlıklar değiştikçe, Batı tipi beslenme ve yaşam tarzına geçildikçe koroner kalp hastalığı, inme gibi damar sertliği hastalıklarında artış görülüyor.
Anlaşılan o ki yol yakınken geri dönüp Akdenizli gibi yaşamaya devam etmeleri gerekiyor. Bizlere ise onlardan aldığımız bu kültür mirasından dersler çıkarmak düşüyor.
Not: Bu makalem daha önce http://www.iyigunler.net ve http://www.muglayenigun.com sitelerinde yayınlanmıştır.