Alper Eliçin (noktakibris.com)
Günümüzde havayolu şirketleri filolarına kattıkları uçakları genellikle finansal kiralama yoluyla edinirler. Pegasus’un ilk yıllarında da bu yöntem uygulanırdı. Şirket ilk üç yılın sonunda kara geçtiğinde buna ek olarak, devlete vergi ödemektense uçak satın alma ve amortismanından yararlanma yöntemi de uygulanmaya başlanmıştı.
1990’ların ikinci yarısında başımdan ilginç bir uçak kiralama deneyimi geçmişti. Bugün onun hikâyesini anlatacağım.
O yaz için filoya bir adet uçak eklemeyi planlamıştık. Pegasus’un filosunda sadece Boeing 737-400’ler bulunuyordu. Tüm finansal kiralama şirketleriyle yazışmalara başlandı. Ancak, yaz dönemi başında filoya dahil edilebilecek bir-400 hiçbirinin envanterinde yoktu.
Biz çaresizlik içerisinde çırpınırken bir gün merkezi Los Angeles’te bulunan o dönemin en büyük ikinci uçak kiralama şirketi olan International Lease Finance Corporation’dan (ILFC) (en büyüğü General Electric Capital Aviation Services) genel müdürümüz Larry Lowth’a bir faks geldi. Faksı imzalayan ILFC’nin kurucularından olan Leslie Gonda idi.
Leslie Gonda, şirketi oğlu Louis ve yakın dostu Steven Udvar-Hazy ile birlikte 1963’te kurmuştu. Gerek Leslie Gonda, gerekse Stevan Udvar-Hazy uçak kiralama sektörünün duayenlerindendi.
1919 doğumlu olan Mr. Gonda yine Udvar-Hazy gibi Yahudi asıllı Macar bir aileden geliyordu. İkinci Dünya Savaşı esnasında Nazilerden saklanabilmek için Laszlo Goldschmied olan adını Leslie Gonda’ya çevirmek zorunda kalmış, savaştan sonra da temerküz (toplama) kamplarından son anda kurtulan Susan Gonda ile evlenmişti. Leslie Gonda 2018’de 98 yaşında vefat etti.
Gonda yolladığı faksta kasım ayında fabrika çıkışı bir -400’ü teslim alacaklarını, bu uçağı bize verebileceklerini belirtiyor, bizim için asıl kritik olan nisan-kasım yaz sezonu için de temerrüde düşmüş bir Orta Amerika ülkesi havayolundan geri alınacak olan eski bir -400’ü bize kullandırtabileceklerini söylüyordu. Ancak, bu geçici uçak alelacele ILFC’ye geri döneceğinden, normal teslimat öncesi bakımından geçmemiş olacaktı. Yani uçağı elden geçmemiş olarak alacak ve bakım sorumluluğunu biz üstlenecektik. Larry uçağı tüm bu risklerine rağmen alma taraftarıydı. Ben ve diğer genel müdür yardımcımız Eugene O’Reilly de onunla aynı görüşleri paylaşıyorduk.
Ancak, uçağı kiralayabilmemizi zorlaştıran önemli bir sorun vardı: Türkiye’nin finansal kiralama yasası. Prof. Ünal Tekinalp tarafından hazırlanan yasada vergi kaçırmak amacıyla yapılabilecek suistimallere önlem olarak, herhangi bir makine-ekipmanın finansal kiralamasında minimum dört yıl kullanma şartı vardı. Ünal Hoca yasayı hazırlarken havayolu sektörünü ve ona özgün gereksinimleri düşünmemişti.
Daha sonra yasaya bir madde eklenmiş ve aynı işlevi gören ancak teknolojik olarak daha üstün olan bir ürünün getirilmesi ve eskisiyle değiştirilmesi halinde dört yıllık kira sözleşmesinin aynen devam etmesine izin verilmişti.
Bizim geçici bir süre için getireceğimiz -400 ile daha sonra üç buçuk yıl için filoya katacağımız fabrika çıkışlı uçak arasında ufak tefek teknolojik yenilikler vardı ama bu finansal kiralama yasasına eklenen maddenin ruhuna pek uymuyor gibiydi.
Durumu açıklamak, biraz da ricacı olmak için Ankara’ya Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne (SHGM) gittim. İlgili daire başkanlarına durumu anlattım. Onlar da gerekli hukuk görüşünü alarak eski uçağı yenisiyle değiştirmek ülke yararına olduğundan bir sorun çıkmayacağını söylediler.
Ben de bu bilgiyle İstanbul’a döndüm ve sevinçle durumu Larry’e anlattım. Larry ve yönetim kurulu da bu haberden çok mutlu oldu. Önemli bir iş başarmıştım.
Bir hafta sonra ILFC’den kalın bir kira sözleşmesi taslağı geldi. Genel müdürümüz, ben ve Eugene bu dokümanı dikkatlice inceledik, gerekli notları aldık. Taslağın ilgili bölümleri de ayrıca uçuş işletme başkanlığı ve teknik bakım departmanı tarafından incelendi. Daha sonra notlar birleştirildi ve üzerinde tartışıldı. On sekiz madde üzerinde görüşme talebimiz olacaktı.
O zamanlar sözleşme görüşmeleri, kiralayan şirketin bulunduğu kentte yapılırdı. Artık potansiyel kiracının genel merkezinde yapılıyor. Dolayısıyla biz de Los Angeles’e gitmek zorunda kaldık.
ILFC toplantıya Leslie Gonda, Steven Udvar-Hazy ve bir hukukçunun katılacağını bildirmişti.
O zamanlar ILFC’nin CEO’su ve ortağı olan Udvar-Hazy’den belki bu aşamada biraz bahsetmek lazım. Steven veya Istvan Hazy de 1946’da Macaristan’da doğmuş. Yahudi bir aileden geliyor. 1958’de 12 yaşındayken 1956’da Rusların tanklarla Macaristan’a girmiş olması nedeniyle ailesiyle ABD’ye kaçmış. Leslie ve Louis Gonda ile ILFC’yi kuran Udvar-Hazy, zekâsı, iş yaşamındaki acımasızlığı ve sözleşme görüşmelerindeki yeteneği ile tanınmış bir kişiliktir. 2010’da ILFC’den ayrılıp Air Lease Corporation’u kuran Udvar-Hazy, Ruslara karşı olan nefreti nedeniyle, Rusya ile iş yapmaması ile de tanınırdı.
Leslie Gonda gibi Udvar-Hazy de özellikle havacılık alanında yaptığı toplum yararına/filantropik yatırımlarıyla tanınır. Bunlardan en bilineni Washington DC’nin havalimanlarından biri olan Dulles yakınlarında kurmuş olduğu havacılık müzesidir. Smithsonian Institute’a bağlı Ulusal Havacılık Müzesi’nin bir eki olarak faaliyet gösteren 71 bin metrekare sergi alanı olan Udvar-Hazy Center 65 milyon dolara mal olmuş ve finansmanı Udvar-Hazy tarafından sağlanmıştır. Dünyanın en önemli havacılık müzelerinden biridir.
Udvar-Hazy ve Leslie Gonda’nın katılacağı sözleşme görüşmelerinin zorlu geçeceği baştan belli oluyordu. Eski bir profesyonel satranç oyuncusu olan Larry Lowth da kendi hazırlığını yapmıştı. Tartışılacak on sekiz maddeyi belli bir mantık içerisinde sıralamış, aralarına bazı gereksiz maddeler de eklemişti. Bizim için dört madde son derece önemliydi ve istediğimiz şekilde mutlaka değişmesi gerekiyordu.
İstanbul’dan başlayan Frankfurt aktarmalı uzun bir yolculuktan sonra Los Angeles’e vardık. Ertesi gün, çok yakında olan otelimizden yürüyerek 20. Century Fox Plaza’da bulunan ILFC ofisine geçtik. O sıralar Los Angeles’in semtlerinden Pasifik sahilindeki Santa Barbara’da şiddetli bir deprem olmuştu ve artçıları sık sık kendisini hatırlatıyordu.
Kapıda bizi, herhalde Hollywood’dan bulunmuş, Alfred Hitchcock’un Kuşlar filmindeki Tippi Hedren’e benzeyen sarışın mavi gözlü genç bir kadın karşıladı. Bir toplantı salonuna alındık. Bina arada sırada sallanıyordu ama bize merak etmemiz gerektiği, çatıdaki dev su tanklarının deprem esnasına binanın sallanma hızını dengelediği, rezonansı önlediği söylendi. Sallantılar olduğunda kimse Türkiye’deki gibi panik içerisinde sokağa fırlamaya çalışmıyordu. Gökdelenin üst katlarından birinde ara sıra sallanarak görüşmeleri yapacaktık. Anlattıklarına göre eski binalar tehlikeliymiş ve eski konutların yer aldığı Santa Monica’da yaşayan çalışanlarından biri, asıl depremin olduğu gün oturduğu binanın merdiven sahanlığı çöktüğünden evinde mahsur kalmış ve işe gelememişti.
Görüşmeler bu şartlar altında başladı. Benim için Mr. Gonda ve Mr. Udvar-Hazy ile tanışmak da başlı başına bir olaydı. Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi Brejnev’e benzeyen Larry Lowth tam bir poker suratıyla maddelerin üzerinden geçmeye başladı. Uyguladığı taktiğe göre sonradan eklediği gereksiz maddeler ve gerekirse taviz verilebilecek birkaç maddeyi uzun uzun tartışıyor, sonra da karşı tarafın şartlarını istemeye istemeye kabul ettiği izlenimini vererek bir sonraki maddeye geçiyordu.
Üç dört maddede bu şekilde taviz verdikten sonra, bu sefer bizim için önemli olan bir maddeyi tartışmaya açıyordu. Daha önce dört beş maddeyi kabul ettirmiş olan ILFC ekibi psikolojik olarak bu maddede taviz vermeye zorlanıyor, biz de istediğimizi almış oluyorduk.
Görüşmeler iki gün sürdü. Larry istediği tüm maddeleri kabul ettirdi. Karşı taraf da tüm önemsiz veya az önemli maddeleri kendi hanesine yazdı. Poker yüzü yapma yeteneğim olmadığından, ben bu toplantılarda genellikle dokümanlara bakarak masada oturdum. Yüz ifademle bir açık vererek Larry’nin işini bozmak istemiyordum.
İkinci gün öğleden sonra sözleşme imzalandı. Pegasus o dönemde bir Çukurova Holding şirketiydi. O nedenle Udvar-Hazy, Holding’in bankalarından Yapı Kredi Bankası’nın (YKB) da Pegasus’un imzasına kefil olmasını istemişti. Banka da imza yetkisini bir vekaletname ile bana vermişti. Yani ben hem Pegasus adına hem de YKB adına imza atma yetkisine sahiptim.
İmza seremonisinde Leslie Gonda bizlere üzerinde ILFC logosu olan birer kalem hediye etti. Hâlâ saklarım.
Daha sonra Türk bürokrasisi devreye girdi. Sözleşmeden on kopya, SHGM, Hazine gibi pek çok yere verilmek üzere Türkiye’ye getirilecekti. YKB ve biz de birer kopya alacaktık. ILFC için ise sadece son sayfası imzalanmış tek bir kopya yeterliydi. Ancak, iki yüz sayfadan fazla olan sözleşmenin Türkiye’ye getirilecek kopyalarının her sayfası taraflarca tek tek paraflanacaktı. Yani imzalanacak/paraflanacak 2000 civarında sayfa söz konusuydu.
Larry 2000 sayfayı tek tek paraflamak istemediğinden hemen bana döndü ve “sen nasıl olsa YKB için bu işi yapacaksın, bari Pegasus için de imzala da biz boşu boşuna burada vakit harcamayalım” dedi.
ILFC’den de ne Udvar-Hazy ne de Leslie Gonda bu işle uğraşmak istemiyordu. Sonunda Udvar-Hazy Tippi Hendren’e benzeyen sekreter hanımı çağırıp, ‘benim imzamı sen at’ dedi.
Herkes çekip gittikten sonra biz bu sekreter hanımla saatlerce doküman parafladık. Bir ara dışarıdan yemek getirtildi. Gece vakti parmaklarım tutulmuş olarak odama döndüm. Ertesi sabah ILFC tüm bu belgeleri Türkiye Konsolosluğu’na götürüp onaylattı. Öğleden sonra da Delta’nın Frankfurt uçağı ile dönüş yolculuğuna çıktık.
İstanbul’da bir gün kalıp Ankara’nın yolunu tuttum. İlgili kamu kurumlarına imzalı, paraflı, konsolosluk onaylı belgeleri dağıtacaktım. Gerekli işlemlerin biran evvel yapılması ve uçağın Türkiye’ye gelmesi isteniyordu.
O zamanlar SHGM sanırım Ulaştırma Bakanlığı’nın yedinci katındaydı. Elimdeki sözleşme setiyle ilgili bölümün kapısından girip, biraz hoş beşten sonra sözleşmeyi sundum. Fakat o da ne? “Bu sözleşmede dört yıl dolmadan uçak değişikliği var, o nedenle kabul edemeyiz” dediler. Değişik kişilerle konuştum ama aynı görüş tekrarlanıyordu. Bana verilen sözler unutulmuştu ve elimde daha önce verilmiş olan sözle ilgili yazılı bir belge de yoktu.
Çaresizlik içerisinde koridorda dolanırken bir an içimden kendimi camdan atmak geçti. Benim yüzümden 50-60 milyon dolarlık bir zarar söz konusu olacak, şirket batacak, ben de tüm kariyerimi kaybedecektim. Neyse ki kendimi çabuk toparladım. O sırada birisi bana “git Bakanlığın hukuk müşaviriyle bir görüş” dedi.
Ümitsiz bir halde hukuk müşavirinin başka bir katta olan ofisini buldum. Tesadüfen adam da yerindeydi ve beni hemen kabul etti. Durumu anlattım. Adam bana ilk başta anlatılan şekilde sorunun çözümlenebileceğini söyledi ve hemen yazılı bir hukuki görüş verdi.
İş yaşamımın en stresli günlerinden biri sona ermişti. Esenboğa’dan İstanbul’a geri döndüm.
Bir süre sonra kiraladığımız uçak Atatürk Havalimanı’na geldi. SHGM’nin ve gümrükçülerin işlemlerini takiben de millileştirildi ve yaz sezonu başında uçuşlara başladı.
Ancak, birkaç gün sonra teknik departman ve uçuş işletmeden uyarılar gelmeye başladı. Uçağın motorlarından biri pek iyi durumda değildi ve bakıma girmesi gerekirse birkaç milyon dolarlık bir maliyet ortaya çıkacaktı. Udvar-Hazy bilerek altı ay kullanacağımız uçağın motor bakım maliyetini bize yüklemek istemişti! Biz de yazın operasyon yapabilmek için teslimat öncesi bakımı yapılmayan bu uçağı devralmıştık. Udvar-Hazy şimdi heyecanla motorun arıza yapmasını bekliyor olmalıydı. Düşündüğü gerçekleşirse bizim altı ayda ödeyeceğimiz kiranın tahminen iki katını da motoru Pegasus’a yenileterek kazanmış olacaktı.
Pilotlarımızın gösterdiği hassasiyet, teknik ekiplerin motora gözleri gibi bakıp her hafta kimyasallarla yıkaması, uçuş planlamanın yaz sıcağında uçağı Esenboğa gibi sıcak ve yüksek havalimanlarına vermemesi sayesinde kasım ayında uçağı kazasız belasız ILFC’ye iade ettik. Fabrikadan yeni çıkmış olan uçağımız da filoya katıldı.
Larry Lowth ve Steven Udvar-Hazy arasındaki mücadelede son gülen Larry olmuştu…