Türkiye, 6 Şubat sabahı büyük bir korkuyla uyandı. Kahramanmaraş merkezli sabah 04.17’de meydana gelen depremin yarattığı korkunç yıkımın boyutları henüz tam olarak anlaşılamamışken aynı gün öğlen saatlerinde, büyüklüğü yine 7’nin üzerinde olan ikinci ve yıkıcı bir deprem daha yaşandı.
Büyüklüğü 7.7 olarak açıklanan ilk deprem sonrası hükümetin dördüncü seviye alarm ilan etmesi ise felaketin boyutlarına ilişkin ipucu veriyordu. Bu seviyedeki alarm, aynı zamanda uluslararası yardım çağrısı anlamına geliyor.
Depremin yol açtığı yıkım günler, haftalar geçtikçe, deprem bölgelerine ulaşıldıkça ortaya çıktı. Bölgeye gerek ulusal gerek uluslararası çapta yardım kampanyaları ve faaliyetler başlatıldı. İstanbul başta olmak üzere vatandaşlar arasında binalarının depreme dayanıklı olup olmadığı konusunda da büyük bir endişe doğdu.
Türkiye’yi derinden sarsan depremlerin üzerinden şimdiyse altı ay geçti. Resmi verilere göre 50 binin üstünde kaybın olduğu deprem, Türkiye’nin yaşadığı en büyük afetlerden biri. Yakınlarını, sevdiklerini, evlerini, işyerlerini, okullarını kaybedenlerin acısı hâlâ taze, ama depremin toplumsal etkisi ilk haftalardaki gibi hissedilmiyor. Depremin altıncı ayında farklı nedenlerin de etkisiyle deprem gerçeğinin toplumda unutulmaya yüz tuttuğu gözleniyor.
Toplumun deprem gerçeğine ilk dönemdeki kadar ilgi göstermemesinin bir örneği İstanbul bazında yaşanıyor. Uzmanların büyük bir deprem beklediği İstanbul’da 6 Şubat’ın hemen ardından binalarının denetimi için başvuranların sayısında şu anda büyük düşüş var.
İBB Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökce, “Deprem gerçeğini unuttuk mu?” sorumuza “Kesinlikle evet” yanıtını vererek bunu bina denetimi için kendilerine gelen başvuruların sayılarıyla şöyle açıklıyor:
“2022’de yıl boyunca bin kadar başvuru alırken bu yılın Ocak ayında 71 adet binaya ilişkin başvuru almışız. Şubat ayında depremden sonra ise gelen başvuru sayısı 122 bin 58. Hele bir gün var ki sadece bir gün içinde 22 binden fazla başvuru almışız. Vatandaşların hassasiyeti büyük bir sıçrama yapmış, korkuyla binamızı inceleyin demişler.”
Gökce’nin verdiği rakamlara göre bu yüksek ilgi daha sonra yavaş yavaş düşüyor. Mart ayında başvuran sayısı 28 bin 430 olurken Nisan’da 2 bin 500, Mayıs’ta ise bin 300’e kadar iniyor. Gökce, şu anda denetim için başvuranların sayısının artık yüzlerle ifade edildiğini belirtiyor ve sadece incelemede değil, bina dönüşümü çabasında da büyük azalma olduğuna dikkat çekiyor.
Peki ilk dönemde binasının sağlamlığı için büyük korku yaşayanlar zaman içinde neden daha farklı bir tavır içine giriyor?
Gökce’ye göre bunun pek çok psikolojik ve sosyal nedeni olabilir ancak en önemli etkenlerden birisi de ekonomik. Depremin ilk zamanlarında evlerinin küçülmesine ya da bir miktar para ödeyerek dönüşüme sıcak bakanların zaman içinde bu fikirlerinden vazgeçtiğini söyleyen Gökce, şöyle konuşuyor:
“Ekonomik yapıyla ilgili ciddi bir erozyon yaşıyoruz. Şubat’ta, Mart’ta müteahhit için 500 bin lira vermesi gereken bir kişi için bu bedel şimdi enflasyonla oldu bir buçuk milyon. ‘Hadi 500 bini neyse ama 1,5 milyonu nasıl ödeyeyim’ noktasına gelindi.”
Bu arada Gökce’nin de verdiği bilgiye göre İstanbul’daki binaların depreme hazırlanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bugünlerde ortak bir proje hazırlığında. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, A Haber’e yaptığı açıklamada yeni yasama döneminde İstanbul için özel bir yasa için çalışmaların sürdüğünü belirtti.
Peki her ne kadar altında ekonomi ve depremin hemen ardından gelen ve toplumun her kesiminde büyük ilgi gören 14 Mayıs seçimleri gibi faktörler olsa da 6 Şubat depremlerinin travması çabuk mu atlatıldı?
Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, sadece 6 Şubat depremlerinin değil son yüz yılda 1999 ya da 1939 Erzincan gibi çok sayıda büyük deprem yaşandığını hatırlatarak şunları söylüyor:
“Bu depremlerin hiçbirini anmıyoruz. Biz deprem türküsü bilmiyoruz mesela. Yüz binden fazla insanımızı 100 yılda kaybetmişiz ama buna ilişkin kaç tane anıt var Türkiye’de? Yani aslında depremleri böyle canlı yaşatan, deprem kültürü oluşturan bir toplum değiliz maalesef.”
(Gülsen Solaker, DW Türkçe)
Haberin devamını okumak için tıklayın