Home Köşe Yazıları Savaşlar ve çocuklar

Savaşlar ve çocuklar

0

Emre Dilek

Geçenlerde bir konu üzerine okuma yaparken karşıma çıkan bir rapor bu yazıyı yazmama sebep oldu. Rapora göre 2013 ile 2017 arasında, silah seslerinin susmadığı 10 ülkede, beş yaşının altında en az 870 bin çocuğun hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Yaşamını yitirenlerin 550 bini bebek. Aynı dönemde ölen savaşçıların sayısı ise 175 bin. Yardım kuruluşu Save The Children’ın CEO’su Paul Ronalds “Çatışmalarda ölen her bir savaşçı için 5 masum çocuğun hayatını kaybettiğini düşünmek utanç verici” demiş. Yakın dönemlerde ve yakın coğrafyalardaki savaş ve sonuçları aklımızda henüz taze. Ben nispeten daha az bilinen geçmiş dönemlerdeki bazı savaş ve çocuk ilişkisini yazarak esasında son yüzyılda bu konuda çok da mesafe kaydetmemiş olduğumuzun altını çizmek istiyorum.

İsveç’in her iki dünya savaşında da tarafsız olmasından farklı olarak doğudaki komşusu Rusya’nın işgali sebebi ile Finlandiya 2. Dünya Savaşında yer almıştır. Savaş sırasında özellikle 1941-1944 tarihleri arasında yaklaşık 70,000 çocuk güvenlikleri için tahliye edilmiş. Tahliye edildikleri ülkeler arasında ezici çoğunluk İsveç’e kısmen küçük de olsa Danimarka ve Norveç de bulunuyor. Bu savaşlar sırasında Finlandiya yaklaşık 90,000 askeri ve 2000 sivil kayıp vermiş. Tahliye edilen çocuklar planlandığı gibi fiziksel bir zarardan korunmuş olmalarına rağmen başka sorunlar ortaya çıkmış.

Bu çocuklar İsveç’e geldiklerinde ailelerin yanına yerleştirilirler, geldikleri aile ile kendi aileleri arasında ekonomik olarak sınıf ve ekonomik bir fark olması, daha kaliteli bir yaşam düzeyine sahip olmaları ülkelerine döndüklerinde belirli travmalar yaşatmış hatta azımsanmayacak sayıda çocuğun İsveç’teki ailelerin yanına dönmesi ile sonuçlanabilmiştir. Bunun başlıca sebebi savaş sonrasında belirli ölçüde de Rusya’nın politikaları neticesinde Fin ekonomisinin kötü olması, işsizlik gibi sorunlarla bu çocuklarının dönüşlerinin geciktirilmesidir. Bu sebeple dönüş zamanı birçok çocuk ergenlik yaşına gelmiş bulunuyordu ki çocukluk ve ergenlik döneminde belirli bir yaşam şekline adapte olmuş durumdaydılar. Benim de eşim tarafından hem bu değişikliklere adapte olmuş hem de travmalar yaşamış “savaş çocukları” diye tabir edilen akrabalarım bulunmakta.

İkinci Dünya Savaşı sırasında “savaşlardaki çocuklar” olgusu farklı bir boyutu ile Norveç’te gerçekleşiyor. Bu Nazi Almanya’sında gerçekleştirilen “Lebensborn” politikası ile alakalıdır. Bu politika saf ve sağlıklı bir Aryan ırk yetiştirmek amacı ile uygulanmaya konmuş ve her ne kadar Almanya’da başlamışsa da Nazi işgalindeki diğer ülkelere de yayılmıştır. Buradaki özellikle seçilmiş Alman subaylarının Aryan özelliklere sahip kadınlarla beraber olmaları sağlanmış, kurulan Lebensborn Doğumevleri ile sistematik hale getirilmiştir. Dönemin İçişleri bakanı Himmler’in projesi olması ve onun Viking kanını saf ve Aryan kabul etmesi Norveç’te 10’un üzerinde merkez açılmasına ve bu şekilde yaklaşık 10,000 çocuğun doğmasına sebep olmuştur.

Savaş sona erip Norveç’teki Nazi işgali sona erdiğinde bu çocukları ve annelerini talihsiz bir dönem bekliyordu. Savaşın tüm hıncını onlardan çıkarmak istercesine çocuklar annelerinden alınmış ve yetimhanelere kapatılmış, bunlardan birçoğu ise düşman askerinden çocuk yapan bir kadının ruh sağlığı düzgün olamaz dolayısı ile onların çocukları da zihnen sağlıklı değildir gerekçesi ile zihinsel engelli kabul edilmiş ve bu şekilde yetiştirilmiş. Yine aynı dönemde bu anneler saçları kazınmış halde sokaklarda teşhir edilmiş. Uzun yıllar sonra 2000’lerin başında Norveç bu muamelelerden dolayı mağdurlardan resmi özür diledi ve maddi tazminat ödedi. Bir döneme damgasını vurmuş müzik topluluğu ABBA’nın iki kadın üyesinden biri olan Anni-Frid Synni Lyngstad bu şekilde doğmuş bir çocuktu. Annesi onu Norveç’teki muamelelere maruz kalmaması için gizlice anneannesi ile birlikte İsveç’e kaçırmış. Anni-Frid meşhur olduktan sonra geçmişini inceleyen bir gazeteci bunları öğrenmiş, babasını bulmuş hatta aralarında bir buluşma da gerçekleşmiş.

Avrupa’nın biraz güneyine inelim… İkinci Dünya Savaşı öncesi ama yer bu kez İspanya. İspanya İç Savaşı, 1936’da bir grup milliyetçi generalin seçilmiş Cumhuriyetçi hükümet karşısında darbe düzenlemesi ile başlamış, 1939’da General Franco liderliğindeki milliyetçilerin zaferiyle sonuçlanmıştı. Bu kanlı savaşta 350-500 bin kişi arasında insanın ölmüş, öldürülmüş olduğu kaydedilir. Mülteci çocuklar uygulaması Cumhuriyetçilerin özellikle Bask çocuklarını savaşın ve rejimin kanlı sonuçlarından uzak tutmak amacı ile yapmış oldukları bir uygulamaydı.

Ama sonuçta sadece Bask değil tüm İspanya’dan 35000’den fazla çocuk Finlandiya’nın benzer uygulamasından farklı olarak başlarında bir öğretmen, rahip ve bazı idarecilerle başta Fransa olmak üzere İngiltere, Belçika, diğer Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ne gönderilir. Hatta Meksika’ya kadar giden grup olur. Fiziksel olarak belirli ölçüde savaşın etkilerinden korunmuş olsalar da gittikleri ülkelerdeki şartlara ve dönemlere göre farklı kaderleri olan bu çocukların hepsinin güzel hikâyeleri yok. Yukarıda belirttiğim gibi İspanya İç Savaşında toplamda neredeyse yarım milyona ulaşan kayıplar neticesinde çocukların ülkelerine dönebilenlerinin birçoğunun ne anneleri ne de babaları hayattaydı.

Kaderin cilvesi diye tabir edersek, Sovyetlere giden çocuklardan İspanya’ya ilk dönen Celestino Fernández-Miranda Tuñón Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşına girmesi ile cepheye gönderilmiş ve Finlilere karşı yapılan Karelya savaşında savaşmıştı ki o savaş yüzünden Finler de kendi çocuklarını İsveç’e göndermişti. İlginçtir Celestino Fernández bu savaşta Finlere esir de düşmüş. Yukarda kabaca bahsetmiş olduğum olaylar tabii birkaç küçük paragrafla anlatılacak şeyler değil. Günümüzde de yaşandığı gibi her biri ayrı acı ve trajedi yüklü.

Ferenc Molnar’ın “Pal Sokağı Çocukları” kitabını okuyanınız vardır. Kitap esasında bir savaş karşıtı kitaptır. Romanın yazarı Ferenc Molnar, Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş muhabiri olarak çalışmış ve İkinci Dünya Savaşına da şahit olmuştur. Kitapta anlatılan çocukların top oynayacakları bir arsayı ele geçirme ve muhafaza mücadelesi, aslında savaşın sokağa adapte edilmiş bir hikâyesidir. Zengin ve fakir çocuklar arsa için savaşırlar. Çocuklar arasındaki bu savaşın “çocuğu” ise savaşta yararlık göstermek pahasına zatürreye yakalanarak hayatını kaybeden küçük Nemeçek’dir. Maalesef çocuklar uğruna Nemeçek’in de hayatını kaybettiği arsa için boşuna savaşmışlardır. Çünkü arsaya üç katlı bir bina yapılacaktır. Yani vatan sonuçta müteahhittin eline geçmiştir.

“Save the Child” kurumunu Birinci Dünya Savaşının ardından kuran Eglantyne Jebb’in dediği gibi, “Aslında her savaş çocuklara karşı yapılan bir savaştır.”

Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.

Medya Günlüğü

Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, dilediği konuda özgürce yazmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Exit mobile version