Erdal Çolak
Bazen öyle bir noktaya geliyor ki insan, güneşin gülümsemeyen yüzü ve havanın karanlık ruhuna dokunuşu mat renklerle verdiği ölümlü olma duygusunun karşısında duran bir sonsuzluk…
Sıkılmak ölüm gibi içimizdeki kalabalığa çekidüzen veriyor. İnsanın tıkandığı en hazin anların renksiz ifadesi daha da mutsuz ediyor. Hüzün çöküyor yüreğimizin çıkılmaz dar sokaklarına. Sıkıntı bu boşluğa düşüp kaybolmak gibi. Birçok insan uyuyor uykuda gibi kimisi rüyada. Gece gündüzün içinde olup biten hiçbir şeyin farkında değil. İnsanın üzerine çökmüş hüznün karesi, bir de sıkıntı bulutu var. Gerçekten de yalnızlık, sıkıntı hali bütün kötülüklerin anası olsa gerek .Yaratılış konusunda dinlere baktığımızda, yaratılan ilk insan Adem’in nasıl olur da cennet gibi yerde canı sıkılır. İnsanın amacı hayatını cennete çevirmek, cenneti kazanmak değil mi? Eğer Adem cennet gibi bir yerde sıkıntıyı, yalnızlığı yaşayabiliyorsa neden biz sıkıntıdan şikayet ediyoruz ki!
Neden, niçin sıkıldığını, hiçbir şeyi bilememe durumu. Hayatın hiç bu kadar anlamsız olduğunu hissettiğin bir an. Amaçsız, durgun, bedenini kesseler acımayacak şekilde, kalp ritminin bile zaman zaman bozulduğu, beyin uyuşmuş şekilde. Öyle masum, öyle durgunsun, ruhun sanki seni terk etmiş vaziyette saatlerce uzaklardasın. Gözlerin gitgide daha anlamsız bakar, nefes alman zorlaşır. Duvarlar üzerine gelir, olmayan bir kalabalığın grinin içinde kendin varsın; ama kimse ne duyar ne de görür seni. Sıkılma durumu hem ruhen hem de bedenen kimsesiz yanın kimsesizlik ile yüzleşir. Sıkılmak, canı sıkılmak insanların sosyal ilişkilerde uğradıkları hakaret, beklentilerine cevap alamayışı, insanlardaki reddedilmişlik, değersizlik, yetersizlik ve hayal kırıklığı oluşturması. Bu duygular can sıkıntısını tetikleyen psikolojik, sosyolojik sebepler olarak ifade edilse de öyle değil! Belki biz öyle zannediyoruz ya da öyle zannetmek istiyoruz. Sıkılmak duygusu insandaki var oluşu tetikleyen en önemli öge. Ontolojik olarak sıkılmak özgürlüktür. Kişi bu dünyada, kendi varoluşunu sorgulayarak varoluş sorumluluğuyla, özgürlüğüyle, diğer insanlardan farklı, kendine özgü bir birey olarak varlığını sorgular. İşte varoluşun nedenini felsefi açıdan filozoflar kaygı, bulantı, özgünlük, özgürlük, korku gibi benzeri ögelerle kategorize ediyorlarsa ben de insandaki varoluşu sıkılmak duygusuna bağlıyorum. Sorularla var olmayı sıkılma ile sorguluyorum.
Varlığın var olabilmesi için ya yokluktan var olmuş olması ya da varlıktan var olmuş olması gerekir. Peki, varlık başka bir varlıktan var olmuş olabilir mi? Varlığın özü varlıktan var olmuş olsa bile, bu özün ne ile var olduğu sorunsalı, tezi başa döndüreceğinden bu tez mümkün olamayacaktır. Peki yokluktan mı var olmuştur? Bir şeyin, herhangi bir şeyin var olabilmesi için yokluktan var olması imkansızdır. Zira hiçten var olmak akıl kârı değildir. Varlığın özü sonsuz olmayacağına göre varlığın varoluşu, hayalden ibarettir demek gerekir. Ruhen o kadar yalnız ki canı sıkılınca insan bütün bedeniyle hissediyor. Bir uçurumun, bir kayanın dibindeki ağaç gibi… Düşüncelere dalıp, iç sesi fısıldar gibi konuşmaya başlar. Hayatı sorgulayarak yaşamak gerekir. Bunu hiç yapmadıysan. Dediğim gibi, sıkılırken sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez. İşte, hayatın anlamlı olmasının sebebi, sıkılırken yaşamı anlayıp nitelikli hale getirmektir. Tabii ki insan, yaşadığı sıkıntılı hayatı ve bu sıkıntılı hayatın temel değerlerini sorgulamalıdır. Hayatı bütün özellikleriyle düşünen, sorgulayan insan mutlu olur. Yaşamla ilgili görünenleri ve görünmeyenleri sorgulayan insan erdemlidir.
Bu sıkılmışlık duygusundan kurtulup; varoluşun, yaşamın anlamını, bilhassa insanların arkasından gidebilecekleri idealleri, değerleri, tutkuları, hedefleri ile olmalı. Hedefi olmayan bir gemiye hiçbir rüzgâr yardım etmez. Bu hedef, tutku ya da idealleri meydana getirerek bu değerlere sahip çıktığımızda yaşam anlamlı hâle gelir. Hayatına anlam kazandırmak isteyen bir insan ya uzak bir hedef koymalı ya da olumlu bir ruhsal durum meydana getirmelidir. Yaşamın anlamının, varoluşun özünü oluşturan değerlerin yok edildiği, kutsal olan her şeyin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir dünyada yaşıyoruz. İnsan yaşamı, yaşama anlam vermektedir. Yaşamı anlamlı, uyumlu hâle getirmek, hayatını belli amaçlarla doldurmak, insanın motivasyonunu arttırır. Yaşamın değeri, insanın amaçlarından beslenir. Bu duygu ve düşünceler, insanın amaçlarına ulaşma isteği, hayata karşı motivasyonunu artırır.
Yaşamın ve varoluşun özünü oluşturan bilişsel, zihinsel, ruhsal yönünü kaybediyoruz. Farkında mısınız? Bu içinden çıkamadığımız gelip geçici hayat, bize verdiği maddi manevi her şeyi mutlaka bir gün geri alacak. Bunun bilincinde olan tüm düşünürler, hayatın anlamını kendi bakış açıları ile sorgulamışlardır. Hayatı anlayamayan, sorgulayamayan insanlar ise yaşam sahnesinden çekip gittiler. Elinizden geldiği kadar hayatı anlamlandırın. Varoluşunuzu destekleyecek anlamlar yükleyin ruhunuza…