Erdal Çolak
Bazen insanlar gibi devletler de birbirlerini sevmeyebilir hatta nefret edebilir Biz anlam veremesek de çoğu zaman aslında bunun tarihi, coğrafi ya da kültürel sebepleri vardır.
Sonuçta devletleri de meydana getiren insanlar olduğu için kimi zaman ister istemez ön yargılarla dolu sevgisiz bir ortam oluşur. Dünyadaki 200’ün üzerindeki devletlerden bazıları birbirini gerçekten sevmiyor. Örnek mi? Hindistan-Pakistan, Türkiye-Yunanistan, Güney Kore-Kuzey Kore, Suudi Arabistan–İran, Rusya– Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan… Kimse bu devletlerin birbirlerine karşı olumlu düşünceler beslediğini iddia edemez.
Devletlerdeki ön yargılar topluma, oradan ebeveynlere geçer, sonuçta çocuklar başka insanlara, başka devletlere karşı kalıplaşmış ön yargılarla yetiştir. Zaten çocuklar yaşadıkları ülkenin sosyoekonomik, siyasi. tarihi, kültürel ve dini ön yargıları ile eğitilir, böylece içlerinde diğer ülkelerin çocuklarına karşı ön yargılar oluşur. Çocuk kendi ırkını diğer ırklara göre üstün görmeye başlar, kimileri ırkçılık hastalığına yakalanır, diğer inanç gruplarına karşı olumsuz duygular besleme başlar, cinsiyet ayrımı, homofobi ve hoşnutsuzluk hat safhaya ulaşır.
Göçmenlere karşı çifte standardın uygulandığı ülkelerde yabancı düşmanlığı ile büyüyor çocuklar. Dahası çocuklar diğer ekonomik modelleri öğrenmeden kapitalizmin acımasız girdabının içine çekiliyorlar.
Malum, son günlerin gündemdeki konusu Rusya’nın Ukrayna’yı işgali. Herkes kendince bu işgali yorumluyor, bir bakış açısı ortaya koymaya çalışıyor. Kimisi Rusya’nın genişleme politikasından söz ediyor, kimisi de Rusya’nın pandemiden sonra kurulan yeni dünya düzeninde yer alabilmek için işgale kalkıştığını söylüyor. Ben, Rusya’nın bu işgalle ülkesinin geleceğini garantiye almaya çalıştığını, oluşabilecek herhangi bir tehlikeyi önceden bertaraf etmek için bu işgali yaptığını düşünüyorum. Rusya’nın esas olarak kızdığı Batı yani ABD ve Avrupa. Ama kızgınlığını onlara değil de kendisine daha az zarar verecek Ukrayna’ya yöneltmesi ilginç değil mi? Tepkisini Ukrayna’ya göstermesi psikolojik yön değiştirmedir. Zaten tarihin sayfalarını karıştırdığınızda Rusya’nın her zaman Batı ile arasına mesafe koyduğunu görüyoruz. Rusya her ne kadar kendisini Batı ile Asya arasında köprü gibi görse de buna uygun davranmıyor. Çünkü kendisini modern, Asya toplumlarını ise yetersiz, kültürden ve düşünceden yoksun görüyor.
Ben naçizane Rusya’nın durumunu edebiyat çerçevesi içerisinde ele almak istiyorum.
Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” romanını okuduysanız ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Roman kısaca iki bölümden oluşur. Romanın karakteri, “Ben hasta bir adamım diyerek başlar, “Ben kinci, itici bir adamım” diyerek okuyucuya “yeraltı”ndan seslenir. Dostoyevski’nin okuyucuya “yeraltı” olarak adlandırdığı şey karakterin iç dünyasında yaşadığı çalkantılardır. Yeraltından seslenen kahramana ben günümüzdeki Rusya diyorum. SSCB dağıldıktan sonra Rusya karşımıza kötümser, karamsar bir ruh hali içinde, kendini fiziki dünyadan soyutlamış, içine kapanık biri olarak çıkar. O güçlü, şaşalı günlerinden yoksun bir Rusya vardır artık. Rusya o kadar yeraltındaki adam gibi ki diğer devletlere, dünyaya varlığını kanıtlamak isterken kendi kabuğuna çekilmiştir. Yani Dostoyevski Rusya’yı anlatır. Yeraltındaki adam yani Rusya, yaşadığı iç çatışmalar, duygusal bunalımlar ve hezeyanlarla bir var olma mücadelesi verir. Başarılı da olur, bunu Putin sayesinde becerir. Romanda yeraltındaki adam sosyal çevresi tarafından hakir görülen, içinde bulunduğu toplumca onaylanmayan görüşler benimsediği için yok sayılan bir karakterdir. Rusya da yeraltındaki adam gibi var oluşunu kanıtlamak, haykırmak istedi, tabii bir de güç hastalığına yakalandığı için Ukrayna`yı işgal etti. Rusya, kendini yaratmak için etrafındaki her şeyle mücadele eden, varlığını önemsemeyen devletler karşısında sıradanlığı kabullenemeyen bir ülke olarak karşımıza çıkıyor.
Romanın notlar adlı ikinci bölümüne geldiğimizde ise yeraltındaki isimsiz adam-yani Rusya- oradan çıkarak yeni dünyada kendine bir yer aramaya başlar. Romandaki karakterlerin en önemlisi Zverkov’dur; asker kökenli, askeri başarılar kazanmış, çevresi tarafından beğenilen ve sevilen zengin biri. Yeraltındaki adamın bu sebeplerden dolayı kıskandığı, nefret ettiği okul arkadaşı Zverkov. İşte bu Zverkov benim bakış açıma göre Amerika’dır. ABD’nin diğer devletlere yaptığı gibi Zverkov da bütün arkadaşları üzerinde tahakküm kuran, onlara her istediğini yaptıran kişidir.
“Yeraltında Notlar”da diğer karakter Trudolyubov`u ise İngiltere olarak düşünüyorum. Trudolyubov; Zverkov’un uzak akrabasıdır, oldukça saldırgan, İngiltere gibi her şeyi entrikalar ile lehine çevirebilen bir kişi. Hatırlarsanız, Rusya’nın Ukrayna`yı işgal etmeden önce görüştüğü devlet Fransa’ydı. Putin ve Macron bu konuda sürekli görüştüler. Romanın diğer karakteri Simonov’u ise Fransa`ya benzetiyorum. Fransa yani Simonov, yeraltındaki adamla yani Rusya ile görüşen tek Avrupalı.
Anton Antoniç Syetoçkin karakterini ise Çin Halk Cumhuriyeti’ne benzetiyorum. Çin-Rus ilişkileri askeri, ekonomik ve siyasi boyutlarda çok gelişmiş durumda. Dikkat ederseniz Çin savaşın başlaması için Pekin Olimpiyatlarının bitmesini istedi. Daha sonra Rusya hedeflerini gerçekleştirmeye başladı. Çin yeraltındaki adamın Rusya`nın kendisinden borç aldığı, kendi çıkarları gerektiğinde ziyaret ettiği amiridir. Apollon yani yeraltındaki adamın hizmetkarı ise Belarus’tur. Rusya`dan nefret ettiği ve korktuğu halde hizmetkarlığını yapar.
Gelelim romanın son karakteri Liza’ya… Yeraltındaki adamın arkadaşı Ukrayna`dır. Rusya’ya sıcak bakmayıp yönünü Batı’ya çeviren, oralara göz kırpan Ukrayna. Sonrasında Liza yeraltındaki adamı reddettiği, terk ettiği için Rusya tarafından işgal edilen Ukrayna.
Yazımı yeraltındaki adamın yaşadığı kafa karışıklığını anlatan şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
“Ben yalnızca ters bir insan değilim; hatta nasıl biri olduğum da belli değil. Ne tersim ne uysalım ne alçağım ne onurlu ne kahraman ne de korkak!”