Aydın Sezer
TSK’nin Suriye’deki terör hedeflerine yönelik operasyonları sonrasında kaydedilen gelişmeler çok yönlü analiz yapılmasını gerekli kılıyor.
Önce, en son gelişmeden bahsedelim. Dün (23.11.2022) Astana’da bir araya gelen Birinci Masa’da, Türkiye, Rusya ve İran heyetlerinin yaptıkları ortak açıklamanın 5. Maddesi’nde aynen şu hususa değiniliyor:
“Suriye’nin kuzeydoğusundaki durumu değerlendirdik ve bu bölgede kalıcı güvenlik ve istikrarın sağlanmasının ancak Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması temelinde mümkün olabileceği konusunda mutabık kaldık. Terörle mücadele iddiası altında özyönetime yönelik yasadışı girişimler de dâhil olmak üzere ‘sahada’ yeni gerçeklikler yaratmaya yönelik tüm girişimleri reddettik. Suriye’nin birliğini zayıflatmayı ve komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit etmeyi amaçlayan, sınır ötesi saldırılar ve sızmalar da dâhil olmak üzere, Trans-Fırat bölgesindeki ayrılıkçı planlara karşı koyma kararlılığımızı bir kez daha teyit ettik.”
Bu ifadeler daha önceki Astana ortak açıklamalarında da aynen yer almaktaydı. Net olarak belirtilmese de “ayrılıkçı planlar” ifadesiyle ABD ile iş birliği sürecindeki Kürtlerin, bizim anlayışımızla PKK/YPG terör örgütlerinin kastedildiğini hatırlatalım.
Türkiye ve Suriye arasındaki müzakerelerin gerçekleştiği İkinci Masa’da ise, özellikle 22 Ekim 2019 tarihli Soçi Mutabakatı’nın 4. Maddesi’nde atıf yapılan Adana Mutabakatı (“Her iki taraf Adana Anlaşması’nın önemini teyit eder. Rusya Federasyonu mevcut koşullarda Adana Anlaşması’nın uygulanmasını kolaylaştıracaktır.”) uyarınca, hem Ankara hem de Şam açısından terör örgütü olarak tanımlanan PKK/YPG ile mücadelede ilerleme kaydedildiği anlaşılıyor. Zira, taraflar arasındaki tek ortak anlayış sadece bu konu, şimdilik…
Dolayısıyla, bu noktada, TSK’nin son operasyonlarından sonra Şam’dan herhangi bir tepki gelmemiş olması da oldukça dikkat çekici. Gazeteci Sarkis Kassajian’ın ifadesiyle, “Şam bu süreci en az hasarla yürütmeye çalışıyor, elinden gelse Türkiye bizi hiç vurmadı diyecek kadar… Normalde, İsrail saldırılarından sonra kullanılan o sert dille açıklama yapardı.”
TSK’nin operasyonlarından sonra Karkamış’a yönelik saldırı ile can kayıplarının ve yaralıların olması, özellikle Kobani kaynaklı olduğu düşünülen saldırı ile kamuoyunda ortaya çıkan hassasiyet ve muhalefet partilerinin gösterdikleri tepkilerden de anlaşıldığı üzere, toplumda PKK/YPG saldırılarına karşı giderek artan bir nefret ve tepki olduğunu görüyoruz, beklenildiği üzere. Bu arada söz konusu saldırının kontrolümüz altındaki Cerablus’tan geldiğine yönelik iddialar da mevcut.
İşte tüm bu gelişmeleri, seçim arifesindeki Türkiye’de tartışırken, bu konunun siyaset üstü bir konu olduğundan hareketle, siyasete alet edilmemesi gerektiğine yönelik muhalefet liderlerinin açıklamalarına da şahit olduk.
Türkiye’nin hatalı Suriye politikası nedeniyle bugün karşı karşıya olduğu terör sorunlarını tartışırken elbette, İdlib kaynaklı cihatçı örgütlerin yarattığı tehdide de değinmek gerekiyor. İstiklal Caddesi’ndeki son saldırıdan sonra eylemin faillerine yönelik açıklamalara ve bu konudaki tartışmalara dün yeni bir açıklama ile Moskova da dahil oldu. Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev, “Türk ortaklarımızın arkasında PKK’nın olduğunu söylediği bu saldırının (İstiklal) söz konusu yapının inisiyatifiyle düzenlendiğini söyleyemeyiz, muhtemelen onlara (PKK’ya) bir tür yeşil ışık yakıldı” değerlendirmesinde bulundu.
Bu konuya atıf yapmamın temel nedeni, bundan sonraki süreçte Türkiye’nin terörle mücadelesini, cihatçılar ile PKK/YPG arasında ayrım yaparak mı yoksa bir şekilde birleştirerek mi sürdüreceğiyle ilgilidir. Örneğin son saldırıların hangi bölgeden ve kimler tarafından gerçekleştirildiğinden ne kadar eminiz? PKK/YPG kontrolündeki bölgelerde, Suriye sınırının diğer tarafında etkisiz ve sınırlı sayıda olmakla birlikte Rus askeri polisi ve Esad güçlerinin olduğunu biliyoruz. Hatta, Erdoğan’ın birkaç ay önceki açıklamaları sonrası Suriye ordusunun bölgedeki mevcudiyeti arttırıldı. Dolayısıyla bu bölgelerden yapılan saldırılarda, teknik olarak Rusya ve Suriye’nin sorumlu tutulabilmesi olasılığı da var.
Hepimizin malumu olduğu üzere, Suriye’de de bir Kürt gerçeği var. Hatta, Salih Müslim ile temas yürütüldüğü ve onunla ortak Süleyman Şah Türbesi operasyonu yapıldığı da hatırda tutulmalıdır.
Türkiye’nin hatalı Suriye politikası nedeniyle uluslararasılaştırdığı terör sorunu ile mücadele ederken, bölgedeki çok aktörlü gelişmeleri iyi okuması gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde, sorunun Türkiye’ye ithal edilmesi riskinin de bulunduğunu belirtmeliyiz.
Görsel: tv100