Neoklasik iktisat yaklaşımının temel varsayımlarına göre insanlar sonuçlar arasında rasyonel tercihlere sahiptir. Tam bilgi söz konusudur ve bağımsız hareket eden bireyler faydalarını, firmalar da kârlarını maksimize eder. Yine insanların daha çoğu aza tercih edeceği varsayımını da bunlara eklemek gerekiyor.
Bu yaklaşıma dayanılarak ortaya konulan model ve teorilere göre piyasa en doğru sonuçları ortaya çıkaracağından devletin piyasalara müdahalesinin ya hiç olmaması ya da sınırlı ölçülerde gerçekleşmesi esastır.
Ancak özellikle tam bilgi, bağımsız hareket etme ve rasyonellik varsayımları her zaman ve her yerde doğru çalışmadığı için başka birçok model ve teorinin buna karşı geliştirdiği argümanlar söz konusu olmuştur. Bu kapsamdaki bazı teorilere göre özellikle kültürel ve psikolojik unsurlar bireylerin kararları üzerinde son derece etkili olmaktadır.
Son yıllarda birçok iktisatçı psikolojik ve davranışsal faktörlerin iktisadi kararlar üzerindeki etkilerine yoğunlaşmış ve bazıları bu araştırmaları nedeniyle Nobel ödülünü kazanmıştır.
2017 Nobel Ekonomi Ödülünü alan Richard Thaler psikolojik varsayımları ekonomik karar alma analizleriyle birleştirmiştir. Kısmi rasyonellik, sosyal tercihler ve öz-denetim yokluğunun sonuçlarını araştırmış ve bu gibi insani faktörlerin bireysel kararları ve piyasa süreçlerini sistematik olarak nasıl etkilediğini ortaya koymuştur.
Yine Vernon L. Smith ve Daniel Kahneman, ekonomik incelemelerde uygulanacak psikolojik araştırma ve laboratuvar deneyleri için geliştirdikleri bilimsel yöntemler nedeniyle 2002 yılında Nobel Ödülüne layık görülmüşlerdir.
Rasyonel kavramının sözlük anlamı akla uygun, aklın kurallarına dayanan anlamına geliyor. Buna ilave olarak insan iki kere aynı hatayı yaparsa üçüncüsünde yapmaz anlamına da geliyor bu. Ama gerçek hayatta böyle mi? Birçok iktisadi ve diğer kararın akıl temelli değil, duyguların etkisinde ve öz-denetim yokluğuyla alınabildiğini biliyoruz.
Aslında Kahneman sadece iktisadi kararların değil insanın mutluluk ve aşk arayışının da irrasyonel olduğunu söylüyor.
Konuyla ilgili olarak literatüre davranışsal iktisat olarak giren alana önemli katkıları olan iktisatçılar var. Akerlof ve Shiller’in kaleme aldığı “Animal Spirits (Hayvansal Güdüler)” adlı kitapta, Neoklasik iktisatın savunucularının ileri sürdüğü rasyonellik kavramının aksine insanın hayvansal güdülerinin de dikkate alınması gerektiği ve iktisat politikalarının uygulanmasında güven, adalet, para yanılgısı ve kültürel hikayeleri içeren güdülerin önemli olduğu vurgulanıyor.
Son yıllarda ortaya atılan ilginç bir kavram da “rasyonel irrasyonellik.” “Piyasa nasıl başarısız oldu?” adlı kitabın yazarı John Cassidy’ye göre tahvil tacirlerinin ya da yüksek faizli ve riskli kredi verenlerin bireysel ve kısa vadeli eylemleri, kısa sürede hızlı bir kâr sonucunu doğurabilir. Fakat toplamda bakıldığında eğer bu kararlar sıkı kurallarla ve kamu denetimi ile kontrol edilmiyorsa bu sürü davranışı bütün sistemi istikrarsızlığa götürebilir. Yani Cassidy’e göre bireyler rasyonel davranabilir ama toplu olarak bakıldığında bu kararların irrasyonel sonuçlar doğurmayacağı anlamına gelmez bu.
Böylece farklı kültürel, sosyolojik ve ekonomik alt yapıya sahip ülkelerin hepsinde aynı iktisadi olayları aynı yaklaşımlarla ele almak mümkün olmuyor. Zira her zaman ne tam bilgi mümkün oluyor, ne rasyonellik, ne de çoğu aza tercih etmek. Birçok kültürde azla yetinmenin erdem olarak görülmesi de mümkün. Uzak Doğu, Hindistan, Afrika, Avustralya’da halen piyasa kurallarından uzak ve sade bir yaşamı seçen insanlar var. Ama yine de dünyanın büyük bir çoğunluğunda piyasa sistemi gerçeklerinin var olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bütün bu tartışmalara bakılırsa piyasa mantığı ve rasyonellik kavramı hala önemli ama insan davranışlarının irrasyonel ve öz denetimden yoksun özelliklerini ve kamu denetiminin önemini akılda tutmak gerekiyor.
Not: Samih Güven’in bu yazısı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.