Açık Radyo’da Melis Behlil ve Yeşim Burul, “Kurak Günler” filminin yönetmeni Emin Alper’le filmin ortaya çıkış sürecini ve Kültür Bakanlığı’nın gündemde yer alan kararını konuştu:
Melis Behlil: Bu hafta bir konuğumuz var: Emin Alper. Hoş geldin!
Emin Alper: Hoş bulduk!
Yeşim Burul: Geçen hafta vizyona girdiğinde Melis’le birlikte Kurak Günler’i etraflıca değerlendirme fırsatımız olmuştu. Bu hafta da yönetmeniyle hem filmi hem de filmle ilgili süreci konuşmak için bir araya geldik. Üzerinden bir hafta da geçti. Spoiler verme korkusunu birazcık azaltarak daha rahat konuşuruz diye düşündük. Öncelikle çok tebrik etmek istiyorum. Cannes’dan beri devam eden yolculuğu, aldığı ödülleri ama onların da ötesinde filmin ilk hafta sonu itibarıyla 50 bin bandını da geçmesini… Bu çok büyük bir başarı. Özellikle pandemi sonrasında sinemaların performansını düşünecek olursak insanların yeniden koşturarak sinemada, karanlıkta, bir filmin dünyasında kaybolmayı özlediklerini de müjdelemiş oldu Kurak Günler. Tekrar çok tebrikler.
E.A.: Çok teşekkür ederim. Seyircinin gösterdiği bu teveccühten biz de çok memnunuz. Rakamlar beklentimizi biraz aştı. Cannes’dan beri filmin çok merak edildiğini, Antalya Film Festivali’nde bu merakın daha da arttığını biliyorduk. Diğer filmlerimle kıyasladığım zaman hiç görmediğim bir merak ve beklenti var. Bir de bakanlığımız son anda yaptığı PR çalışması her zaman olduğu gibi yine seyircinin ilgisini çok arttırdı. Ben de görüyorum ve seviniyorum. “Salonları özlemişiz. Hele bir de dolu salonda film izlemeyi özlemişiz” gibi lafları çok duyuyoruz. Salonlara gidenler festival filmlerinde on beş, yirmi kişiyle film izlemeye alışkınlardı. Bu seyircinin dolu salonlarda film izlediğini duymak, bunun bilgisini almak gerçekten çok hoşumuza gidiyor. Covid-19’dan sonra ve salonların kan ağladığı bir dönemde bunun olması çok manalı. Umarız bu ilgi devam eder, diğer arkadaşlarımızın bağımsız filmlerine de bu yoğun ilgi devam gösterir. Çünkü gerçekten sinemamız bunu hak ediyor. Son yıllarda çok nitelikli işlere imza atılıyor.
M.B.: Bakanlığın verilen desteği geri talep etme skandalı konusunda hayli konuştun. Ama dinleyicilerimiz için kısaca süreci özetlersen çok seviniriz.
E.A.: Söz konusu desteğe 2018 yılında başvurduk, 2019’da destek alındı. Fakat bu süre içerisinde ben senaryoda değişiklikler yaptım. Senaryoya hem estetik hem de politik nedenlerle iki erkek arasındaki homoerotik ilişkiyi tasvir eden sahneler koydum. Karakterleri de bu yönde değiştirdim. Bunun bakanlık tarafından hoş karşılamayacağını biliyorduk. Malum, homofobinin resmî devlet politikası hâline geldiği bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla biz de süreci kendi açımızda dezavantajlı hâle getirmemek, önümüzü görmek açısından çekimlerden önce bu değişikliklerle ilgili bakanlığı haberdar ettik.
Y.B.: 2021 yılında sete girmeden önce bakanlığa senaryonun son hâlini göndermişsiniz. Yanlış hatırlamıyorsam ikinci taksidi yatırdılar.
E.A.: Aynen öyle. Birtakım medya kuruluşlarında yansıtıldığı gibi bir kandırmaca yok. Bir senaryo verip bir başka film çekmek gibi bir durum söz konusu değil. Ayrıca bu da olabilirdi. Verilen senaryoyu birebir çekmek durumunda değiliz. Dünyanın hiçbir yerinde olmaz böyle bir şey. Sinirlendiğim şey biraz da o. Senaryoyu her noktasında okumak zorunda değiller. Hiçbir destek sistemi böyle işlemiyor. Destek en başta fikre veriliyor. Yapılabilecek bir film olmasına veriliyor. Benim verdiğim senaryodan sonra da çok şey değişti. Kurguda bir sürü şey değişir. Kurguda bazen baştan aşağı filmler değişiyor. Mesela üç ana karakterin kurguda tümüyle çıktığı versiyonlar ortaya çıkıyor. Bunun çok fazla örneği var. Değişebilirdi ve bu da son derece meşruydu. Ama öyle bile olmadı. Senaryo, son verdiğimiz senaryoya çok yakın. Tabii ki atılmış çok sahne var ama eklenmiş sahne yok. Maalesef sağda solda, uluslararası medyada görüyoruz. Sadece iktidar yanlısı çevreler değil muhalif çevreler bile hâlâ aynı şeyi söylüyor. Bir kez daha söyleyeyim: Cannes’dan itibaren bir tür iktidar yanlısı medya kampanyası başlatıldı. Cannes’daki olay Queer Palm’a aday olmamız meselesi üzerineydi. Antalya’daki de benim yaptığım konuşmayla ilgiliydi. “Devletten para alıp devlete küfür ediyorlar” tarzında bir saldırı vardı. Ona da cevap vermiştim. Bu para bir kere kimsenin kasasından çıkmıyor. Bu, hiçbir partinin, hiçbir şahsın kasası değil. Bu para vergilerimizden oluşturuluyor ve bunun amacı da sinemamızı desteklemek. Filmin uluslararası başarısı da bu desteğin doğru yere gittiğinin en açık işareti. Bunun ötesindeki bütün kararlar politik kararlar. Gelinen noktada, baskıların da etkisiyle, gösterime çok kısa bir süre kala para geri istendi. Hikâyenin özeti bu. İstenen para 600 bin lira, faizi 880 bin lira. Fakat aslında bizim zararımız daha yüksek. Çünkü bakanlık normalde verilmesi gereken üçüncü taksidi hiçbir zaman vermedi. Dolayısıyla yapımcımız Nadir Öperli’nin ciddi bir borcu vardı. Nadir’in zararı bir buçuk milyonu buluyor.
Söyleşinin devamını okumak ve dinlemek için tıklayın