“Siz hiç dul kadınlar için anıt dikildiğini gördünüz mü’’ diye sordurur kahramanına Amin Malouf bir romanında…
Oysa der, benim sevgilim kimseyi öldürmemişti, ben ve kendisi dışında… Ölenler şehit olur, kahraman olur, kalanlar gazidir de, dul kadınlar, çocuklarıyla, gençlikleriyle, çaresizlikleriyle ve bitmek bilmeyen bir sızıyla yaşamaya mahkumdurlar. Oysa bir nevi ölüdürler onlar da. O halleriyle yaşamaya mahkûm ölüler.
Kıbrıs’ta da iki köyün dul kadınları, erkeklerden, oğullar ve kocalar dahil erkeklerden arındırılmış iki köyün dul kadınları güneyden kuzeye geldiklerinde bir köye yerleştirildiler. Uzunca bir süre “dullar köyü” diye anıldı orası. Yıl 1974 idi. Hani 50. yılını anıyoruz bu günlerde. Sosyal medyada, “Başkalarının acıları üzerine bayram olmaz”, “Başkalarının acılarından kutlama çıkarılamaz” diyenleri görüyorum. Acılara son vermek içindi oysa, akan kanı durdurmak içindi, kadınları kocasız köyleri erkeksiz bırakanlardan kurtarmak içindi savaşımız. Kendimiz olarak kalmak içindi.
Biz onların “başkaları” idik ve bize hiç acımıyorlardı. On yıllardır ezim ezim eziliyorduk. Ne ki azdık, azlıktık, azaltılmıştık. Ne ki bizim bütün adayı yönetmek, onu Türkiye’ye bağlamak gibi bir derdimiz yoktu. Oysa Rumların “Megalo İdea”sı (Büyük İdeal) vardı. ENOSIS ülküleri vardı. Heyecanlıydılar ve kararlıydılar. Osmanlı gitmiş, İngilizler gelmiş ve bu büyük ideallerine onları yaklaştırdığı için çok sevinmişlerdi, umutları artmıştı.
1950’lerin ortalarına doğru İngiliz de gidiyordu işte. Ada onlara kalacaktı. Üç beş Ermeni’ye, beş on Latin’e ya da birkaç yüzbin Türk’e kalacak değildi ya. Koca Helenizm tarihi vardı arkalarında. Zamanı gelmişti, ayaklandılar. Biz de ayaktaydık. Genel yönetime karşı grev vs, protestolarda Rum-Türk vd. uzun boylu birlikte hareket edemediler. Edemediler çünkü daha işin başlarında Rumlar ENOSIS pankartları açmaya, sloganlarını atmaya başladılar. Kıbrıs’ın İngilizlerden sonra Yunanistan’a bağlanmasını istiyorlardı. Yan yana nasıl duracaktık ki? Türk sendikacılar ve önderler onları bu konuda uyarmaya çalıştıysa da dinlemediler. Rumlar kendi yüzlerce yıllık Megalo Idea hayallerinin gerçekleşme ihtimalinden çoktan sarhoş olmuşlardı. Yollarımız bir adada, yan yana yaşamak zorunda olmak dışında hiç kesişmemişti ve o kısımda net bir şekilde ayrılıyordu işte.
Dildaş değildik, dindaş değildik, ana vatanlarımız dolayısıyla tarihimiz bırakın birlikte yazılmayı hep karşıt olarak yazılmıştı. Yunan İzmir’e çıktığında Rumlar sevinç çığlıklarıyla kutlamışlar, Türkler evlerine kapanıp ağlamışlardı. Tersi olabilir miydi? Türkler Yunan’ı İzmir’den çıkardıklarında Kıbrıs Türkleri sevinç çığlıkları atmışlar, sokaklarda fener alayları ile kutlamışlardı. Bu sefer evlerine kapanıp ağlama sırası Rumlardaydı. Osmanlı Ada’dan çıktığında, Osmanlı sancağı inip İngiliz bayrağı göndere çekildiğinde Türkler evlerinde ağlıyor, Rumlar bayram ediyorlardı.
Tarih bir kere daha bizi sınıyordu ve biz biz kalmaya, Türk kalmaya, atalarımıza ihanet etmemeye, kendi dinimiz ve dilimizin bahçesinde çiçek dermeye (toplamak) kararlıydık. Kıbrıs Yunanistan’a bağlanamazdı. Eğer illa ki bir yere bağlanacaksa eski ve asıl sahiplerine iade edilebilirdi ya da Ada “taksim” olurdu. İkiye bölünürdü.
Özünde bütün mesele buydu. Biz Türk’tük onlar Yunan. Biz Türk olduğumuz için “türkü”lerdi sesimiz, onlar Yunan oldukları için başka şarkılarlardı. Bizim bayramlarımız vardı onları yortuları. Bizim yılbaşımız vardı, onların “Krismas”ları.
Biz yurdumuzu Yunanistan’a kaptırmamak, dilimizden, kimliğimizden, tarihimizden, geçmişimizden sürülmemek, kendimize yabancılaşmamak için direndik. Sizi biz yöneteceğiz, Ada’yı Türkiye’ye bağlayacağız demedik. Ama bizi yönetme arzularına da asla boyun eğmedik. Bu yüzden öldük ve öldürdük. Ol hikaye budur.
Günümüzde her kalıba girmek moda olduğu için bunu anlatmak zor oluyor. Günümüzde kimlik/kendilik erozyonuna uğrayanlar Türk değiller, Yunan değiller, o değiller bu değiller, peki nedirler? Dünyalı! Var gidin biraz da dünyanın mesela İsviçre’sinde yaşayın o zaman. Mademki dünyalı olmak her sorunu çözüyor. Ayrıca diğerleri sanki Marslı, biz Satürnlü falanız herhalde.
Acıların bayramı değil bu, kendi ihtiraslarını herkese rağmen hayata geçirmeye kararlı olanların çektirdikleri acılara nihayet bir dur diyebilmenin, diyebilmiş olmanın, kan kokusundan ırak bir yaşamı hayata geçirebilme ihtimalinin sevinci. Çocuklarını silah tarrakalarından (gümbürtü) azade, emniyet içinde büyütebilme ihtimalinin sevinci.
Fotoğraf: AA