Halil Ocaklı (halilocakli@yahoo.com)
Erken toplumlar, yarattıkları mitler yardımıyla doğal veya sosyal olguları açıklamaya çalışıyorlardı. Mitlerde genelde yaşamın oluşumu, ölüm ve ahiret gibi temel bilinmeyenler ele alınıyordu. Zamanla mitler, gerçek olaylarla ilişkilendirilen bir dizi doğaüstü ilahi varlık veya olayları betimleyen karmaşık mitolojilere dönüştü. Karmaşıklıkta şampiyon herhalde Yunan mitolojisidir. Öyle bir mitoloji ki ne ararsanız var: Tanrılar, yarı tanrılar, ölümlüler ve aralarındaki savaşlar, aşklar, aldatmalar, kıskançlıklar. Bu nasıl bir kolektif hayal gücü ki, kimin eli kimin cebinde belli değil!
Ancak bu karmaşık yapı içinde doğrudan ateşle ilişkilendirilen Prometheus adlı bir titan karakterin özel bir yeri vardı. İnsana duyduğu büyük sevgi nedeniyle Prometheus, Olimpos tanrılarının güçlü ve zalim şefi Zeus (manşet görseli) ile sık sık sorun yaşıyordu. Zeus, insanın yaratılışında ona önemli görevler verse de aslında Prometheus’u bir türlü sevmemişti.
Bir gün Prometheus, hem tanrılardan öç almak hem de dünyayı aydınlığa kavuşturmak amacıyla Olimpos Dağı’ndan ateşi çalar ve çamurdan yarattığı insanlara armağan eder. Zeus, ateşin sırrının çalınmasına ve insanların bu vesileyle demircilik yapmayı öğrenmesine çok sinirlenerek onu cezalandırır.
Prometheus Kafkasya’da kayalıklar üzerindeki bir ağaca zincirlenir. Gündüzleri gelen bir kartal karaciğerinin yarısını yer ama ciğer gece yenilenir, eski biçimine kavuşur. Fakat kahraman Prometheus bundan asla yakınmadı, yılmadı, çünkü insanlar onun getirdiği ateş sayesinde karanlıktan kurtulmuş, uygarlaşmaya başlamıştı bile. Prometheus’un adı “geleceği gören”, kardeşi olan Epimetheus’un adı ise “geçmişi gören” anlamına geliyordu.
Milattan önce (MÖ) 530-475 yılları arasında Efes’te yaşayan ve hermetik öğretilerden etkilendiği anlaşılan hemşerimiz Heraklit, evrendeki birincil maddenin (arkhe’nin) ateş olduğunu savunmuştur. Ona göre özdek ateşten türemiştir ve ancak ateş var olduğu sürece evren de var olacaktır.
Ateş hakkında bilinen yazılı en eski kayıt, İndus Vadisi’nde MÖ 16. yüzyılda yazılan Rig Veda kitabında bulunur. Burada ortaya konan ateş ve yaratılış ilişkisinin o dönem için oldukça ilerici bir kavrayışla yazıya dökülmüş olması dikkat çekicidir. Rig Veda’da şöyle yazar:
“Başlangıçta ne yokluk ne de varlık yoktu, yalnızca bilinç vardı. Evrenin özündeki bu güç, ısının gücüyle devinim kazandı. Tüm nitelikler ve karşıtlıklar ondan sonra belirdi. Hint mitolojisinde evrene ısı ve ışık veren, tüm değişim ve dönüşümler için gereken enerjiyi sağlayan tanrı Agni, esasen ateşin kendisidir.”
Çeşitli kültürlerde ateşin ve güneşin tanrılaştırıldığı anlatılara sıkça rastlanır. Ateş tanrısı Sümer mitolojisinde Gibil, Akad ve Babil kayıtlarında Gerra olarak geçer. Erken dönem İran inancı olan Zerdüşt dininde ibadet yerlerine ateş tapınağı anlamına gelen “Ataskada” adı verilirdi.
Japon mitolojisinde “Hi no kami” adında bir güneş/ateş tanrısı vardı. Annesi İzanami, onu doğururken yanarak öldü. Slavlarda ateşin ve demircilerin koruyucu tanrısı Svarog, Slav mitolojisinin yıldız tanrılarından biriydi.
Erken German toplumlarında bebeği kötü ruhlardan korumak amacıyla doğum sırasında odada ateş yakılırdı. Bazı toplumların folklorunda ateşin büyülü özellikleri bulunduğuna inanılırdı. Örneğin Bizans ve Balkan geleneklerinde ateşin hastalıkları, istenmeyen olumsuzlukları ve kötü ruhları kovduğu inancı yaygındı
Pers mitolojisinde Simurg (Zümrüdü Anka) olarak bilinen ateş saçan kuş, öldükten sonra küllerinden yeniden doğabiliyordu. Bu mitolojik kuş Yunan mitolojisine Feniks olarak geçti. Aslında yanmış bir malzeme başlangıçtaki orijinal biçim ve rengine asla geri dönemez. Dönemez çünkü yeterli ısı, yakıt ve oksijenin bir araya gelmesiyle oluşan kimyasal reaksiyon sonucunda moleküler yapı başkalaşır.
Diğer bazı mitolojiler ve ezoterik öğretiler gibi Altay mitolojisi de ateş mitleri açısından zengindir. Tanrı Ülgen (Bayülgen) ateşi Türk halklarına vererek kutsal sayıp saygı göstermelerini ister. Söylenceler, eski Türklerin Ulu Od denen yerde elinde meşalesiyle yaşayan Alaz adında bir ateş tanrısı olduğuna inandıklarını göstermekte. Ateş tanrısına Od Ata, Yalkın Han ve Odhan gibi başka adları da vardı.
Bununla birlikte, Türkçedeki ateş kelimesi Türkçe olmayıp, eski-orta Farsçadan “ātar” sözünden ātar > ātas > ātaş > ateş şeklinde bir ödünçlemedir. Ayrıca ātar > ādar > āzar > āzer dönüşümü ile Azerbaycan adına da kök vermiştir. Azerbaycan, ateş anlamındaki Azer ile koruyucu anlamındaki Baygan sözcüklerinin birleşiminden oluşmaktadır. Azerbaycan coğrafyasında yüzeye yakın noktalarda doğal gaz oksijenle temas ettiğinde yanmaya başlar. Bu yüzden insanlar buraya ‘sönmeyen ateş toprakları’ demiştir.
Antalya’nın Kemer ilçesinde bulunan Çıralı’da yüzeye çıkan gazın yandığı yere de eskiden kutsallık yüklenmişti. Likya mitolojisinde aslan, keçi, yılan karışımı olan ve ateş püsküren canavar Khimera’nın orada yaşadığına inanılırdı. Kemer adı bu fantastik varlık Khimera’dan geliyor olabilir.
Eski Asya Türkçesinde ateş için “ot” (od) kelimesi kullanılırdı. Nostratik bakış açısıyla, Proto-Hint Avrupa dilinde bulunan ortak kök söz hoita olabilir. Buna göre, hoita > İngilizce hoit (hot), Almanca heit (heiss) ve Farsça atar sözcüklerinin Altayca ot ve Japonca atsui ile olası tarihsel bağlantısı incelemeye değer görünüyor. Güney Doğu Afrika’da konuşulan Chewa dilinde sıcak anlamına gelen otentha kelimesinin de ot- hecesiyle başlaması ilginçtir.
Türkçede ateşin yakıldığı yer anlamında ot > od ile yak- sözlerinin bileşimi sonucu “odyak” olur ki, zamanla söylenişi “Ocak” biçimine yuvarlanmıştır. İçinde ocak yakılan, yemek pişirilen sıcak yuva anlamında aile ocağı, baba ocağı, asker ocağı ya da ticari anlamda ocak başı denmesi rastlantı değildir.
Ateşin arındırıcı özelliği nedeniyle ilaç üreten kişiye (soyadımdaki gibi) “ocaklı” denirdi. Ocak ve iyileştirme ilişkisi bağlamında anlamın genişlemesiyle ‘sağlık ocağı’ sözü günümüze ulaşmış olabilir. Bu nedenle eski dönemden kalma bir alışkanlık olarak, kilisede mum yakılıyor ya da nevruzda ateş üzerinden atlanıyor olsa gerek
Ateş sayesinde yapılan teknik buluşlar, insanlığın uygarlaşma yolculuğuna ışık tutmuştur. Ancak aynı buluşlar bazen tam tersi sonuçlar yaratmıştır. İkili doğası olan ateş, bir yandan arındırıcı ve koruyucu iken, diğer yandan yıkıcı, yok edici bir silaha dönüşebilir. Temmuz 1993’te Sivas Madımak Otel’inde 35 kişinin yakılması, ateşin yakıcı bir silaha dönüşebileceğini unutturmayacak bir barbarlık örneğidir.