Atahan Okay Uğur
Mutluluğun kaynağını tartışmadan önce, bu kavramın zihinlerimizde nasıl yankı bulduğunu ifade etmeliyiz. Zira insanın düşüncesini başkalarına aktarmasındaki zorluk, her birimizin kavramlara verdiği anlamların farklılığından kaynaklanır.
Ontolojik dillerimizin bu farklılığı, bir düşünceyi tam anlamıyla ifade edememize yol açmaktadır. Bu yüzden, mutluluğun tanımı, onun kaynağından daha önceliklidir.
Mutluluk, insanlığın binlerce yıldır tanımlamakta zorlandığı karmaşık bir kavramdır. Sonsuzluk, hiçlik, zaman ve varlık gibi henüz sırrı çözülemeyen diğer kavramlara benzer. Ancak mutluluk, bunlardan ayrılır; çünkü insanda bir hâl olarak bulunur. Sonsuzluk, hiçlik ve zaman dış dünyadayken mutluluk insanın içindedir. Peki mutluluk nedir? Bu sorunun cevabını Aristoteles’in düşüncelerinden yola çıkarak arayacağız.
Mutluluk, keyif ya da hoşnut olma durumu değildir. Mutluluk, bundan çok daha derindir. Hayatınızın sıradan bir gününde yaşadığınız keyif, yalnızca anlık bir deneyimdir. Oysa mutluluk, geçmişe dönüp baktığınızda duyduğunuz tatminin adıdır. Bir süreçtir mutluluk, geriye dönüp bakınca tatmin olma durumudur. Peki neyden tatmin olma durumudur? Bunu açıklamak için mutluluğun tanımına Aristotelesçi bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir.
Aristoteles (Aristo) Nikomakhos’a Etik eserinde, mutluluğun iyi yaşamın temeli olduğunu savunur. Mutluluğa ulaşmanın yolu, erdemli davranıştan geçer. Ancak o dönemde “erdem” kavramı, günümüzdeki ahlaklı olma anlayışından farklı olarak, işini doğru yapma anlamına geliyordu. Bu kavramın zaman içinde geçirdiği evrimi anlamadan, Aristoteles’in iyi yaşam formülünü kavramakta zorlanabiliriz.
Erdemli olmak, öncelikle ölçülü olmayı, yani, aşırılıktan kaçınmayı gerektirir. Bu bağlamda mutluluk üzerine en güzel sözü Schopenhauer dile getirir: “Mutluluk, çok mutlu olmayı istememektir.”
Ölçülülüğü sağlayan temel unsur, pratik bilgelikte yatar. Zira kişi, her durumda hangi eylemin ölçülü olacağını anlayabilmek için doğru ile yanlışı ayırt edebilecek bir akla sahip olmalıdır. Doğruyu belirledikten sonra, o yolda ilerlemek için cesarete ihtiyaç vardır. Bunu takiben, erdemimizi pekiştiren cömertlik ve adalet duygusu da gereklidir. Tüm bu erdemler, insanın kendini gerçekleştirme mücadelesindeki aşamalardır. Dolayısıyla az önce vurguladığımız tatmin olma durumu, kendimizi gerçekleştirmemizdeki mücadeleyi fark etmemizi temsil eder.
Mutluluğun tanımını tamamlamadan önce, formülümüzü farklı bir açıdan değerlendirmek faydalı olacaktır. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, yani insan-ı kâmil olma süreci, kişinin sırasıyla erdemli, ölçülü, cömert, adaletli, akılcı ve cesur olmasıyla tamamlanmaz. Bu özellikler, mücadele sürecinin aşamalarıdır.
Tüm bu mücadeleyi tamamladıktan sonra mutluluğa ulaşacağımız anlamına gelmez. Asıl önemli olan, mücadele vererek kendimizi geliştirdiğimizi fark ettiğimiz andır. Yani son adımımız, bu mücadeleyi fark etmektir. Bu sayede yaşadığımız tatmin duygusu, mutluluğu deneyimlememizi sağlar.
Sonuç olarak, mutluluğun kaynağı, insanın sahip olduğu koşullar ya da genetik özellikler değil, kendini gerçekleştirme mücadelesidir ve bu mücadeleden duyduğu tatmin olma becerisidir. Bu nedenle mutluluk, genetik bir miras değildir; kişinin maddi gücü ya da doğup büyüdüğü yerle bağlantılı değildir. Mutluluk, insanın elinden gelenin en iyisini yaptığını fark ettiği an ortaya çıkar.
Dolayısıyla mutluluğun kökeninde genetik faktörler değil, sosyal öğrenme süreçleri yatar. Kendimizi gerçekleştirme yolculuğu boyunca sürekli olarak mutlu olacağımız anlamına gelmez. Bu nedenle, yazının başlığındaki soruyu biraz daha genişleterek bu konuya da değinmek gerekir.
Mutluluk kavramının var olması, mutsuzluğun da var olduğu gerçeğini ortaya koyar. Bu fikrimiz, Herakteitos’un zıtlıklar teorisini desteklemektedir. Bir kavramın var olması için o kavramın tersinin de var olması gereklidir. Birbirinin tersi olan bu kavramlar arasındaki çatışma, varlığın özünü oluşturmaktadır. Bu teoriye göre bizim mutsuzluktan kaçmamız, hayatı kaçırmamıza sebep olmaktadır. Hayatta kalmak ile yaşamak arasındaki fark da çatışmadan kaçmamakta yatmaktadır.
Böylece Aristoteles’ten yararlanarak açıkladığımız mutluluk kavramında onu eleştirmek de gereklidir. Nihai amacımızın iyi yaşam olduğunu söyleyen Aristoteles’e katılıyor olsak da bu iyi yaşam fikrini sağlayan unsurun mutluluk ile başlıyor oluşu fikrimize zıt durumdadır. Buradaki düşüncemizi insan-ı kâmil fikriyle sunmak mümkündür.
İnsan, kendini geliştirme mücadelesi verirken birden fazla duygu deneyimler. Hem olumlu hem de olumsuz tüm duyguları yaşar. Bu nedenle, nihai amacın mutluluk olduğu söylemi doğru olmayabilir. Asıl amaç hem mutluluğun hem de mutsuzluğun farkında olarak yaşamaktır. Çünkü içinde bulunduğumuz hayata ve yaşama dair bilinçlilik, hislerimizden daha değerlidir.
Kısacası, iyi bir yaşamın formülü, insanın kendini gerçekleştirirken yaşadığı acılara rağmen, Aydınlanma mücadelesini bırakmadan tüm olumsuz düşünce ve hisleri tam anlamıyla deneyimleyip, sonunda mücadelesinden tatmin olarak mutluluğu derinlemesine yaşamaktadır.