Cenk Başlamış
Dalaman Havaalanına gitmek için ön koltuğuna oturduğum minibüsün şoförü, 40 yıllık dostunu görmüş gibi, “Abi hoş geldin” diyor.
Sonradan adının Mustafa olduğunu öğrendiğim ve kesinlikle tanışmadığımızı bildiğim şoförün yüzü daha önce beni defalarca görmüş gibi aydınlanınca aklıma ister istemez Datça sokaklarına yapıştırılan söyleşi afişlerindeki fotoğraf geliyor.
“Herhalde afişleri gördü…” diye düşünürken, beni başka bir müşteriyle karıştırdığı ortaya çıkıyor ve Mustafa’ya zaten hiçbir şey ifade etmeyen havam çabuk sönüyor!
Bir gün önce Datça Bülent Ecevit Kültür Merkezinde diplomasi, medya ve Türk-Rus ilişkileriyle ilgili bir söyleşimiz vardı.
1980 öncesini yaşayanlar hatırlayacaktır.
“Yazıya çıkmak” ve “afişe çıkmak” gibi kavramlar vardı.
Tabii, sağcılar da duvarlara yazı yazar, afiş yapıştırırdı ama bu kavramlar daha çok solla özdeşleşmişti.
Zaten Datça “eski tüfekler”in kalesi!
Ama burada yaşayanlara “eski solcu” demek haksızlık olur. Yaşları artık ilerlemeye başlamış ya da ilerlemiş de olsa gençlik ideallerinden vazgeçmiş değiller.
İşte, söyleşinin moderatörü dostum Kemal Sümer, kış nedeniyle büyük ölçüde boşalan Datça’da etkinliği duyurabilmek için bir gece önceden arkadaşlarıyla “afişe çıkmış.”
Tabii, 1980 öncesi afiş asmak yasa dışı sayılıyordu ama Datça sokaklarında afiş asarken çekinmeleri için bir neden yok, zaten afişin siyasi bir içeriği de yok. Anladığım kadarıyla “afiş operasyonu”nda bir hayli de eğlenmişler.
Söyleşi vesilesiyle Twitter’daki yaratıcı paylaşımlarıyla ünlü Datça Belediyesi ile “arkadaş” oluyoruz, daha doğrusu birbirimizi takip etmeye başlıyoruz.
Kemal ve eşi Maryam beni evlerinde konuk ediyorlar, ertesi günkü söyleşiyle ilgili konuşuyoruz.
Tipik bir büyük kentli olarak programı soruyorum.
– “Sabah kalkınca ne yapacağız?”
– “Saat kaçta evden çıkacağız?”
– “Söyleşinin yapılacağı yere saat kaçta gitmemiz lazım?”
– “Ne kadar sürecek?”
Kemal ve Maryam gülerek dinliyor.
Üç yıl önce yerleştikleri Datça’da çok ünlü bir sözü söyleyerek beni susturuyorlar:
“Acelen varsa ne işin var Datça’da!”
Datça’da yaşayanları acelesi olmayabilir ama yapacak çok işleri olduğu kesin.
Söyleşinin de organizatörü olan Datça Kent Konseyi, bu güzel kasabayı daha yaşanılır kılmak için her konuda çalışma yürütüyor. Kent Konseyi, hafriyat atıkları sorununun çözümünden sahillerin işgalinin engellenmesine ve kültür sanat etkinliklerine kadar örgütlü bir çalışma içinde.
Datça’nın gerçekten hareketli bir kültür yaşamı var.
Söyleşiden önceki gece Metamorfoz Sanatevindeki M. Özgür Mutlu ile Eren Çelim’in rol aldığı “Korsan” oyununu izliyoruz.
Söyleşinin ardından ise, “dile hâkimiyeti, derin duyarlılığı nedeniyle” 30. Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanan Kâmil Erdem için düzenlenen geceye katılıyoruz.
Orada tanıştığımız Datça Kent Konseyi Başkanı Hayriye Balkan, gururla yaptıkları çalışmaları anlatıyor. Diğer pek çok yerde de kent konseyi var ama Datça’daki kadar etkin olduklarını söylemek güç. Balkan alçak gönüllü davranarak, “Biz Eskişehir’den sonra geliyoruz, onlar çok daha etkin” diyor. Konuşmasından anladığım, yazın nüfusu 120 bine dayanan ama kışın 20 bini zor bulan kasabadaki önemli sorunların başında hastanenin yetersizliği geliyor.
Dönüşte minibüsüne bindiğim Mustafa, “Bak, bir yanımızda Akdeniz, öteki yanımızda Ege var” diye yeşillerin ardındaki maviyi gösteriyor. İzmir yoluna çıkıncaya kadar sağımız solumuz, her yanımız orman.
Nefis, muhteşem, cennet gibi…
Bu bir turizm yazısı olmadığı için Datça’da nerede kalınır, nereye gidilir, ne yenir türü bilgilere girmiyorum ama 8-10 Şubat tarihleri arasında yapılacak “Datça Badem Çiçeği Festivali”ni kaçırmayın diyorum.
Şimdiye kadar görmediyseniz, acele edin, Datça’yı mutlaka görün.
Ama orada sakın acele etmeyin, zaten ettirmezler!
Hayır, Can Yücel’i unutmadım tabii.
Datça’dan söz edip de onu anmamak olmaz.
İşte “Beni Kuzum Datça’ya Gömün” şiiri:
Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine de pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.